24 Temmuz 2012 Salı

RAMAZAN.



          Ramazan ayının gelişi her zaman huzur verir mutluluk verir bana…Ramazan demek; ibadetlere kat kat sevap yazılması demek…Özenle hazırlanmış güzel sofralarda leziz yemekler yemek demek…Gün içinde nefsimize sahip olmak, sabrımızın karşılığında iftar mutluluğuna erişebilmek demek…Bol bol misafir ağırlamak ya da misafirliğe giderek toplu iftar açmanın sevincini yaşamak demek…Öğretici, hoş sohbetlerin yapıldığı iftar ve sahur programlarını izlemek, iftara yemek yetiştirmenin telaşını yaşamak demek…Çift yumurtalı, bol susamlı sıcacık pidelerin iftar öncesi kokusuyla kendinden geçmek demek…Ramazan; bolluk, bereket, yardımlaşma demek…Aç canlıların halinden anlamak demek…Başta midemiz olmak üzere vücudumuzun kendine gelmesi demek…En sevdiğim ramazan tatlısı olan Antep fıstığı ve nar parçaları ile süslenmiş bol cevizli  güllaç yapmak ve yemek demek…
        İlk orucumu oniki yaşımda tutmuştum.Mahalledeki arkadaşlarla iftar vaktine yakın, sokakta ezanın okunmasını beklediğimizi, ezan okunur okunmaz koşa koşa eve gittiğimizi anımsıyorum.Biraz daha düşününce sahurda babamın soba fırınında pastırmalı yumurta yapması, rahmetli anneminde ev yufkasından yaptığı, bol yeşillik ve çökelekli böreklerin tadı geliyor  aklıma…Annemin böreğin ortasını hep babama vermesini de unutamıyorum bu arada:)
        Çocukken iftara doğru çok acıkır, kıvranırdım hatta.Babam takvimdeki ezan saatlerine çok itimat etmediğinden orucumuzu riske etmeyelim diye akşam namazını kılar, namazın selamını vermeden orucumuzu açmamamızı isterdi. Oradan alışkanlık, şimdi de ezan okunsa da hemen açamam orucumu, biraz beklerim…
       Üniversite yıllarımda ramazan ya finallere denk gelmişti ya bütünlemelere…Ramazanda ders çalışmak ramazanın coşkusunu tam yaşayamamaktı malesef. Öğrenci yurdundayken iftarda uzun yemek sırası olurdu.Beklemek zor olsa da iftar sırasında oruç tutan öğrenci arkadaşların çok oluşu mutlu ederdi beni.
       Sınıf arkadaşlarımdan oruç tutmayan da vardı.Birbirimize saygımız hoşgörümüz çok yüksek olduğundan, tutmayan arkadaşlarımızda bizle iftar yapmaya gelirdi, birlikteliğimizi bozmazdık yani.Memleketimde de oruç tutmayan arkadaşlarım vardı.Hoşgörü  ortamında yetişmek sonraki yaşamda oruç tutmayana anlayışı, saygıyı öğretmişti zaten bize…
         Geçmiş yıllarda Memleketimde ya da  yakın yerlerde görev yaptığımdan ailemle iftar ve sahur keyfinden pek mahrum kalmamıştım.Bu yıl Memleketten uzak kaldım :(Ramazan'ın en güzel yanlarından biri değil mi tüm ailenin iftar ve sahurda toplanması... 
        Ramazan her yerde güzel de İstanbul’da ayrı bir güzel gerçekten…Orucu Eyüp Sultan’da hele hele Sultanahmet’te açmak farklı bir güzellik.Dileyen her kula nasip olur inşallah Sultanahmet Meydanı’nın ruhani atmosferi içinde muhteşem Osmanlı Saray lezzetlerinden tatlarla oruç açmak…Selatin Camilerde okunan ve insanın içine derinden işleyen ezan sesiyle namaz kılmak ...Çamlıca’da harikulade İstanbul manzarası karşısında ney ve kanun dinletisi eşliğinde iftar yapmak…
        Bol ibadetli,bol misafirli, zengin sofralı ama israftan uzak , hoşgörü ortamında, huzurlu, barış içinde hayırlı  ramazanlar  yaşamak dileğimle.
                                                                                                                                                                   Aslı Gülhan BEK
                                                                                                                                                                   Gerede Malmüdürü
                                                                                                                                                              https://twitter.com/ASLIBEK 

24 Haziran 2012 Pazar

MEHMET BARIŞ MANÇO


                                               
     Bazı insanlar uzakta durur ama fark ettirmeden hayatınızda yer edinmiştir.İçinizdeki değerini de yokluğunda anlarsınız…Barış MANÇO benim için öyle insanlardan biriydi.
       Çocukluğumda yayın saatini heyecanla bekleyip zevkle izlediğim bir programdı Barış Manço ile 7’den 77’ye…Adam Olacak Çocuklar çıkardı önce…Sevgili Barış Ağabey büyük bir nezaketle çocukların ellerinden tutar basamaklardan çıkmasına yardım ederdi.Sorular sorar şeker cevaplar alırdı hepsinden…Basamaklardan inerken afacan ve fıstıklar, puanlar verilirdi oturan arkadaşlarınca...Hepsinin elinde sadece on puan tabelası J…Barış Ağabey hepimizin beynine kazıdı; yemekten önce eller yıkanmalı, uyumadan dişler fırçalanmalı, kahvaltıda yumurta, peynir yenilip süt mutlaka içilmeli…
        Türkiye’yi dolaşmıştı şehir şehir…Gezeceği şehre girmeden nüfusu gösteren tabelanın önünde durur  artı bir eklerdi tabeladaki rakama...Ekranlardan ilk onunla keşfettim güzel ülkemin şehirlerini…Hangi ilde ne yenir, nereleri gezilip görülmelidir öğrendik Barış Ağabey'den.…Hatırlıyorum, kendisine modern Evliya Çelebi denmişti.Sonra ülkeleri gezmeye başladı , bizde O’nunla gezdik , gördük, keşfettik  Dünya’yı…Güney Afrika’da Ümit Burnu’ndan Atlas Okyanusu&Hint Okyanusuna bakarkenki görüntüsü gelir hep aklıma... Ekvator çizgisi üzerinde saman çubuğu ve su  ile kutuplar arası çöpün dönme yönünü gösteren deneyi birde… Japonya Konserinde tüm salonun ayağa kalkıp "Kara Sevda" şarkısı eşliğinde, Türk ve Japon bayraklarını salladıkları, muhteşem görüntüleri de hatırlarsınız…
     İstanbul’a son seyahatimde Kadıköy Belediyesi tarafından Müze yapılan Barış Ağabey'in Moda’daki evine gittim…Kapıdan girerken daha, heyecanlandım ve çok duygulandım.Müze Evi dolaşırken MANÇO'nun şarkıları çalıyordu fonda…Eşlik ederek şarkılara gezdim evi.Çocukluğumdan o güne bir yolculuk yapıverdim zihnimde...Evin her odasında ondan eşyalar vardı; piyanosu, ödülleri, yüzükleri, çizmeleri, aldığı antika eşyalar, yaptığı resimler…Çok güzel tasarlanmış, düzenlenmiş Müze Ev…En alt kattaki kafede dinlenip çay içerken düşündüm neden sevdim ben O'nu…Çok samimi ve içtendi öncelikle…Birikimli, bilgili, iletişim yeteneği çok güçlü ve çok yönlü bir insan olmasından kaynaklı çocukla çocuk olabilirdi gençle genç yaşlı ile yaşlı, bürokrat ile bürokrat, siyasetçi ile siyasetçi…
      Gittiği bazı ülkelerin televizyon kanallarında, seri İngilizcesi ile memleketimizle ilgili röportaj verirken de gördük O'nu. Fahri elçimiz oldu bir nevi...Ülkemizi, insanımızı, değerlerimizi çok severdi, saygı duyardı atalarımıza geleneklerimize…Oğulları Doğukan ve Batıkan ne yaptılar bilmiyorum ama “yurtdışında okurlarsa dönüp Ülkelerine hizmet etsinler isterim “ derdi…Yaptığı besteler, sesi, insanın içine işlerdi, şarkı sözlerinin güzelliği büyülerdi…Hala dilime pelesenktir şarkı sözleri…
     Şahsına münhasır bir insandı…Uzun saçlı ,uzun çizmeli, her parmağında yüzük, çok hızlı konuşan biriydi malum.Görüntüsüyle, alışılanın aksine aykırı insan tipi sergilese de, insanlarca imajı mevzu bahis edilmeyip 7’den 77’ye her gönülde yer verildi kendisine…Üstelik sevimlide geldi hepimize uzun saçları ve farklı giyimiyle…Kendini topluma kabul ettirmenin yolunun, değerlerine sahip çıkarak, samimiyet ve sevgi ile işini iyi yapıp, insanlarının yüreğine akabilmek olduğunu gördüm  Barış Ağabeyle...
        Mekanı Cennet olur inşallah…
        Saygı ve sevgilerimle….

5 Haziran 2012 Salı

İTALYA




     Sevgili arkadaşlarım İlknur ve Kürşat’ın misafiri olarak iki yıldır gitmeyi planladığım  İtalya’ya nihayetinde gidebildim.On gün sürdü İtalya gezim…
   Seyahatim esnasında arkadaşlarımla Roma’da İspanyol Merdivenleri'ni ,Venedik Meydanı ve Sarayı'nı ,Kolezyum'u ,Antik Roma'yı, kiliseleri ,müzeleri ,çeşmeleri gezdik gördük ve Dünya'nın en küçük enklav ülkesi Vatikan'ı ziyaret ettik…Rönesans'ın doğdugu yer olan Floransa'ya gittik, ardından da Pisa sehrine...Roma'ya dönüşü Tiren Denizi kıyısından yaptık.Bahsedildiği  gibi  bir açık hava muzesi olan İtalya aynı zamanda UNESCO'ca belirlenmiş en çok kültür mirasına sahip ülkesiymiş ...           
      Gidilecek yerler hakkında önceden  bilgi sahibi olmak; hangi yapı ne için yapılmış, nasıl yapılmış bilmek, gezilen mekana başka gözle bakmamı sağlıyor ...Edindiğim bilgiler gezime his katıyor...Hal böyle olunca, Kolezyum'u gezerken gladyatörlerin savaşlarını, at yarışlarını görüyor, insanların bağırışlarını duyar gibi oluyordum. Antik Roma'yı seyrederken de Julius Ceaser'ın "sen de mi Brütüs " sözlerini duyar gibiydim.Kolezyum yanındaki zafer takı karşısındayken Kral Konstantin'in Zafer Takından geçişini ve halkın coşkusunu bende yaşadım sanki...Pisa Kulesi'nde Galileo'nun düşme kanunlarını ispatlamak icin kuleyi kullanışını görür gibi oluverdim.Michelangelo Tepesinden Floransayı izlerken yüzyıllar öncesinde O'nun şehre baktığı yerden şehri izlemenin büyülü seyrini yaşadım.Gidilecek yer hakkında bilgi edinip gittiğin vakit o saray sadece bir saray, o çeşme sadece bir çeşme, o sütun sadece bir sütun, o heykel sadece bir heykel olmuyor benim için.
     Roma'ya cok yağmur yağıyormuş ki ben şehirdeyken da yağdı.Eski zamanlarda su tahliye sistemi iyi yapıldığından, şehirde hiç su birikintisi olmuyor.Şehir planlaması öyle güzel yapılmış ki hayran olmamak elde değil.Tarihi doku çok iyi korunmuş, restore edilmis bazıları aslına uygun.Yeni yapılar da tarihi dokuya uygun yapılmış.Çok yüksek ve modern görünümlü binalar yoktu Roma'da...Tarihi yapılar sıkıştırılmamış.Zaten Roma Avrupa’nın en geniş yüz ölçümüne sahip başkentiymiş.
     Roma ve Floransa yolunda araba kullanmak ayrı keyifti...Trafikte küçük ebatlı ve üç kapılı arabalar çok sayıda...Motosiklet kullanımı çok yüksek.Yayalara öncelik var.Yolda yayayı gören her türlü araç sürücüsü hemen duruveriyor, yayalarda aheste aheste geçiyor :)Bizde yaya yolu kontrollü kullanırken İtalya'da sürücüler  yolu kontrollü kullanmak, yayaya dikkat etmek  zorunda.Engellilerinde kullanabileceği otobüsler  trafikteydi.Kaldırımlar tekerlekli sandalyelerin kullanımına uygun düzenlenmiş.Bu sayede şehrin her yerinde olduğu gibi tarihi mekanlarda da yaşlı ve engelliler dilediklerince geziyorlardı. Otoban yollar biraz pahalı İtalya’da.Yerleşim yerinden geçiyorsa otoban , yol kenarına cam paneller yapılmış yerleşim yerine çok ses gitmemesi amacıyla.
      Ülke insanı turiste doymuş biraz.Sonu gelmez bu turistlerin , gelirlerde gelirler nasılsa havasındalar...45 milyon civarında turist gelirmiş her yıl ülkeye...Eserleri yapan yapmış zamanında , koruyan korumuş, şimdi de öyle bir düzen kurulmuş ki, engelli insanlar, yaşlılar, bebekli ya da çocuklu anne babalar, gençler herkes geziyor İtalya'yı ,gezebilmeleri sağlanmış...
       Her köşe başında kahve çeşitleri , bitki çayları  içki ve hamur işlerinin satıldığı barlar var.Bizim gibi demleme çay içmiyorlar.Siesta vakitleri var birde İtalyanların.Siesta vakti gündüz 13:00-16:00 arası barlar dahil coğu işletme mekanı kapanıyor.
       Roma dondurması, pizza  çesitleri, makarna çesitleri, espresso ve diğer kahve çeşitleri, tiramisusu, bol ceşitteki peynirleri denenmesi gereken yiyecek ve içeceklerinden.Pizzalarını çok beğenmedim açıkçası.Pide çeşitlerimiz geldi aklıma, katmer, Reşadiye’nin çökeleklisi , pağacı; mis mis..Tanıtamıyoruz işte Türkiyemizin değerlerini Dünya’ya, üzücü…Tiramisuya bayıldım, zaten çok severim...Müslümanlar için büyük marketlerde helal et  satışı yapılan  reyonlar var .Ürünlerin içeriğini okuyunca alkol ya da domuz yağı olup olmadığı belli oluyor.Ben arkadaşlarımca bilinen güvenilir yerlerde güvenilir ürünleri yiyebilmenin rahatlığını yaşadım.
       Roma, Floransa, Pisa, Livorno arasında yolculuk yaparken tarım alanlarını gördüm.Zeytin çok yetiştiriliyor ülkede.Özellikle yağını kullanırlarmış zeytinin.Üzüm bağları çok mumtazamdı.Çiftçiler Devlet'çe yetiştiriliyormuş İtalya'da,öyle okudum.Tarım bilinçli yapılıyor belli.
  İtalya yaşam kalitesi çok yüksek ülkelerden...Askerlik zorunlu değilmiş.Üniversite sınavı bazı  bölümler hariç yokmuş.Arkadaşlarımın kızı Gökçe İtalya'da okuyor.Haftaiçi ödev yok ,haftasonu da az ödev var.
    Gelişmiş bir ülke olduğundan çokça göçmen var Italya'da. Farklı milletlerden çocuklar bir arada okuyor.Görsellikte ya da başka her türlü farklılıklara  doğal yaklaşım var insanlarda , bu sebeple insanlar rahat...Herkes kendi halinde, kendi koşturmacasında, bu yüzden kimse kimseyle uğraşmıyor dedi arkadaşlarım..
    Selamlaşma çok yüksek.Evden çıkarken, eve girerken, kahve içmeye girerken çıkarken tanı tanıma fark etmiyor herkes ciao ,ciao (çauv çauv/merhaba) deyip duruyor birbirine...
   Tarihi alanlar kadar yeşil de çok korunmuş gördüğüm gezdiğim yerlerde.Çevreye duyarlılık yüksek.Plastik poşet kullanımı yok denecek kadar az marketlerde.Kağıt paketler  içinde satılıyor genelde ürünler.Market alış-verişlerinde de torbalar kullanılıyor.O torbalardan bizim marketlerde de var ama kullanımı yaygın değil.Çöp konteynırları plastik, cam, karton atıkları ayrıştıracak şekilde konmuş sokaklara.Diğer atıklar çöp poşetiyle kenara bırakılıyor.
     Modanın merkezi İtalya..Armani,Versacce ,Dolce Gabbana bilinen İtalyan markaları...Roma'da ünlü alış veriş yerleri var.Biraz pahalı ,indirim dönemine rastlanabilirse ne mutlu...Ayakkabı imalatında önde olduğu bilinir İtalya'nın ...
    Sokakta damak tadımıza uygun yemek bulmak pek kolay değil.Ben arkadaşlarımın evinde kaldığım için  yemek sorun olmadı.Demleme çayda içebildim evde, çok özlerdim yoksa.Sabahları mükellef kahvaltımız akşamları leziz yemeğimiz vardı evde İlknur Hanımcığım sayesinde.Hatta Floransa gezimizde atıştırmalık mercimekli köfte bile yapmıştı güzel arkadaşım:)Akşamları Türk Kanallarını izledik, sohbet ettik. Kendimi pek yurt dışında hissetmedim :)Harika misafirperverlikleri sayesinde çok rahat ettim.Rehberlikleriyle seyahatimde bilgilendim...Roma'yı gezerken İlknur Hanımcığım söylemişti; özellikle gençler doğum günlerinde limuzin kiralayıp şehir turu yapıyorlarmış.Bu fikir bana da hoş geldi , bir doğum günümü böyle kutlayabiliriz :)
    Turizm ülkesi olduğundan orta düzey İngilizce ile İtalya’da derdini anlatmak mümkün…
     Gelirken uçakta gözlemlerimi değerlendirdim...Sanata çok önem verilmiş İtalya’da…Sanatçı, el emeği çok kıymetli görülmüş ki hala öyle.Sıradan saç kesimi 35-50 Euro arasında değişiyor; saç kesimi , el emeği diye bakıldığından…Tamir işleri de çok pahalıymış, yine el emeği…Tanıştığım Türklerden de duydum tıp alanında Türkiye çok iyiymiş İtalya’ya göre…Dinimiz gerekçe gösterilerek  sanatla uğraşmak daha doğrusu insan resmetmek, heykel yapmak uygun görülmediğinden bu anlamda sanattan uzak kalınmış ülkemizde.Kullanılan arabalar , giyim tarzı vb olarak hiç farkımız yok.
       İnsanlar arasındaki  temel ayrıştırı unsurun din olduğunu düşündüm.Dini inancımıza göre oluşan yaşam şekli temel farklılıkları oluşturuyor sanki ,gelenek göreneklerde eklenebilir buna tabi...
      Kuralları benimseme ve uygulama oranları bize göre yüksek İtalyanların…Selamlaşmak bizim kültürümüzde de inancımızda da gerekli bir hal ama İtalyanlar daha çok selamlaşıyor… Tarihi yapılarını  iyi korumalarına çok özendim. İstanbul gibi bir şehre yeterince sahip çıkamayışımıza birkez daha üzüldüm fakat İstanbul; yeterince ilgi görememiş, zamanında tarihi doku hırpalanmış olsa da yine de birtane geldi bana…Yine de çok güzel.
   Gezmek, görmek, tatmak, keşfetmek zevkle yaptığım şeyler. Mümkün olsa tüm Dünya’yı dolaşsam ama fark ettim ki gezip gördükten sonra oaraları ben koşa koşa ülkeme gelmek isteyeceğim…Alıştığım tatlardan, mekanlardan, insanlardan uzak kalmak istemeyeceğim…
     Türkiyemizin kaç medeniyete mekan olmasından kaynaklı renkli bir tarihi dokuya sahip olmasını düşündüm.İstanbul'da neler var malum, Ege’de Helenistlik Dönemden eserler…Mardin'de taş evler ,Urfa , Ürgüp, Konya…Her yerde farklı bir doku…Geç kalınmış bir bilinçlenme var, ama inanıyorum ki daha da iyi olacak her şey…Tarihi dokumuza hak ettiği özeni bundan sonra daha da gösterebilirsek, tarihi ve kültürel değerlerimizi yeterince tanıtabilirsek Dünya’ya, bacasız sanayi olarak adlandırılan turizmden Ülkemizde muhakkak ki hak ettiği payı alacaktır…
     Bir arkadaşımdan duymuştum “gezmek para meselesinden ziyade bir kültür meselesidir” demişti.Fırsat buldukça öncelikle çevremizden ,ülkemizden başlayarak diğer ülkelere doğru keşiflerde bulunmak her halde müthiş bir entelektüel birikime sebep olacaktır.Uygun tur şirketleri ile hiç zor değil gezmek…Farklı keşiflerle huzurunuzda olmak dileğimle…

             




8 Mayıs 2012 Salı

REŞADİYE'M

         Reşadiye'm..Tokat'ın doğusunda, dağların arasına uzanmış, sırtını bir yamaca dayamış şirin bir ilçedir bizim ilçemiz......Kelkit Çayı geçer  karşısından, sıcak termal suyu akar yanıbaşından...
            Reşadiye'de doğdum, büyüdüm, okudum...Komşuluk ilişkileri çok gelişmiş bir mahalle ortamında bir sürü arkadaşımınla birlikte geçirdim çocukluk yıllarımı.Sonrasında kaliteli, özverili  öğretmen ve harika okul arkadaşlıklarımın var olduğu okul yıllarım geçti Reşadiye'de.İnsanlar arasında ayrım yoktu İlçemizde...Alevi sıra arkadaşımda oldu Kürt sıra arkadaşımda okullarımda...Onlar benim o vakit sadece arkadaşımdı...Bir bütündük...Gayemiz birlikte, oyunumuz, ders çalışmamız, sevgimiz, kızgınlığımız birlikteydi...Kimse öteki değildi bizim için hala da ne mutlu öyle...Reşadiyeliydik sadece hepimiz; Reşadiyelinin birbirine gösterdiği saygı ve hoşgörü ile...  
             Üniversite zamanında ayrıldım Reşadiye'den ama, her tatilde koşa koşa gelmek vardı yine...17 yaşımda gerçekleşen bir ayrılık olduğundan çok zor geçmişti o günler, anımsıyorum.Sıcak evimden yurt ortamına, samimi arkadaşlıklardan şiddet içeren gruplaşmaların olduğu öğrenci ortamına, küçük şirin kendi halinde bir ilçeden büyük bir şehrin ürkütücülüğüne geçiş sürecinde çok özledim memleketimi...Sabancı Kız Yurdu'nda Konya Yolu'na bakan odamın camından az beklemedim AŞTİ'den kalkan Reşadiye otobüsünün geçişini...Foto Kerem'ce çekilmiş Reşadiye fotoğrafı asılı kaldı uzun süre yurttaki yatağımın baş ucunda...
       Üniversiteden sonra Reşadiye'de çalışmaya başladım.İlçemin doğal güzelliklerinin farkına daha çok vardım o yıllar ve sonrasında... Zınav Gölü'nü çok severim mesela...Mavi ve yeşilin buluştuğu nokta denir  ya o noktalardan biridir Zınav Gölü...Reşadiye'yi ziyaret edecek tanıdıklarıma önerdiğim ya da gelen misafirlerimi götürdüğüm bir yerdir Göl...Bir arkadaşımın sözü geldi aklıma "Zınav'da kitabı elinde çayın yanında saatlerini geçirebilir insan"demişti, Göl'ün güzelliği ve dinginliğine karşısında.Göllüköy Gölü de güzeldir.Termal Otel şimdi ki adıyla Doğa Termal Otel iyi ki yapılmış derim hep.Lobisinde sohbetten, harika manzarası eşliğinde bahçesinde gezinmekten, orada yemek yemekten hep mutlu olmuşumdur.Hastalara şifa veren kaplıca suyu tüm yörece bilinir Reşadiye'nin.Yeşil Kelkit Çayı'nın salına salına akışı    daha da güzelleştirir İlçe'yi.
          Yayları çok güzeldir İlçemin. Köyüm Kabalı'nın yaylasına daha doğrusu Vakıf köylerine ait Keti Yaylasına her sene bir kere çıkmak olmazsa olmazımdır. Çeşit çeşit çicek ve çimen dokusuyla bezenmiş Temiz Kır alanında gezinmek, Zavan etrafında dolaşmak çok zevk verir insana.Çamlar altında piknik yapmanın, çay içmenin tadı da çok başkadır ayrıca.
       İlkbaharla yemyeşil örtüsünü geçiriverir üzerine Reşadiye...Yağışını aldıkça yağmur şeklinde; gölleri dolar, şelaleleri coşar, dereleri, çayları gürül gürül akar Reşadiye'min...Her yağmur sonrası ortalık mis gibi toprak kokar.Baharla birlikte yeniden doğuşun coşkusu doya doya yaşanır İlçe'de...İlkbahar sabahları sis çöker genelde dağlarına...
         Yaz mevsiminde, yurt dışından ya da başka ilçelerden gelen insanlarıyla kaynar cadde sokakları, köy kasabaları...Her köyün kasabanın yıllık buluşma piknikleri, festivalleri olur...Pazartesi kurulan ilçe pazarı meyve sebze ile dolar taşar yazları...Kendi cografyasında yetişmiş fasulyesi, patatesi, semizotu, mısırı, lahanası, pazısı, domatesi, elması, armutları, soğanı yanında pekmezleri, çökeleği, peyniri, tere yağı, süzme yoğurdu, cevizi, balı, bulguru, hediği, aşlığı da satılır renkli ve bol çeşitli ilçe pazarında...Davul zurna sesi vazgeçilmezidir yaz gecelerinin.Olabilir her mekanda bir düğün vardır mutlaka...Yaz gecelerinde tüm sokaklar cıvıl cıvıldır...Çocuklar gece yarısı girer evlerine bütün gün oynamaktan bitap düşmüş şekilde...Mahalle arası merdiven başı sohbetlerine rastlarsınız uzun yaz gecelerinde.Sokaklar arası yürüyüşler de, parklarda dondurmalı kuru yemişli dost sohbetleri de yaz gecesi klasiklerindendir İlçemin...Gecelerinin serinliğine karşın gündüzleri çok sıcaktır İlçe...Yakın çevredeki  piknik alanlarına, Çitlice'ye, Kiraz Alanı'na, Cinban'a kaçılabilir hemence... Her yeri bir piknik alanıdır gerçi de...
        Sonbaharda ilçe dışından gelen hemşehirliler döner evlerine...Dönmeden önce herkes güz hazırlığını yapmıştır mutlaka...Bizzat hazırlık yapamayan da yapanlardan satın almıştır muhtemelen...Memleket ürünleri gider bir şekilde Reşadiyelilerin yaşam alanlarına...Vedalaşmalar hüzünlüdür memleket ve memleketlilerle aynı zamanda...
            Kış ayları genelde çok ağır geçmez...Bembeyaz kar örtüsü de kapladığında Reşadiye'yi güzelliği de başkalaşır mutlaka...
      Yerleşim yeri olarak doğu ve batıyı birbirine bağlayan ana yollardan biri kenarında konuşlanmış olmasının faydası yüksektir İlçeme.Türkiye'nin dört bir yanına ulaşım zor değildir.En övündüğüm özelliklerinden biri  okumaya önem verilmesi ve nitelikli kariyerli okumuş insan oranının yüksek oluşudur.İnsanlarının sıcaklığı, samimiyeti, yardımseverliği misafirperverliği, güler yüzlü oluşu yine övündüğüm İlçem özelliklerindendir.Karacaoğlan'ın " güzeller diyarı Tokat Engürü ,acep gezsem ela gözlüm var mı ola" sözünü doğrular şekilde güzeldir ,süslüdür hanımları kızları :)Bakımlıdır insanları...Reşadiye'den tayini çıkan tanıdıklarımın "Reşadiye ayrı güzeldi, oradaki arkadaşlık, samimiyet, sıcaklık çok başkaydı, güzel hatırlıyoruz Reşadiye günlerimizi" dediklerini  anımsıyorum şimdi...Dost canlısıdır gerçekten  ilçemin insanları.
        Türkülerinden bahsetmemek olmaz Reşadiye'nin.Gurbette olup ta "Deli Şükrü" türküsünü duyup  içi bir hoş olmayan Reşadiyeli var mı acaba ? ya da "Fadik" ya da " Müdür Bey" türküsünü...:)
        1906 da kurulmuş idari açıdan yapılanmış orta ölçekli  bir ilçedir Reşadiye.Özellikle ilk ataması Reşadiye'ye olan insanların çok şanslı olduklarını gözlem ve duyumlarıma dayanarak gönül rahatlığı ile söyleyebilirim.Yüksek Okulun ve de farklı çeşitte birçok lisenin, kaloriferli güzel evlerin, otellerin, terzilerin, lokantaların, eczanelerin, büyük marketlerin, bayan kuaförlerin ,pastanelerin, kafenin, canlı müzik yapılan yerlerin, magazaların ,züccaciye dükkanlarının, manavların, kasapların olması yanında aktarmasız birçok yere ulaşılabilen bir ilçeye atanmanın kıymetini,  atanamayanlara sormalarını isterim, Reşadiyenin değerini anlamaları için...
        Karacaoğlan'ın bir sözüydü sanırım "tanımadığım topraktan bir gül verdiler ,çapaladığım topraktan bir taş, taşı alıp kokladım"...Bu sözü ilgi tutarak diyorum ki, her insanın memleketi kendine özel...Birçoğumuz  hayatın gereklerinden dolayı bir şekilde ilçemizden ayrı, farklı yerlerde yaşıyoruz. İnsanın ekmeğini kazandığı yer de önemlidir mutlaka ama gerçekten memleket başka...İlçemin değerlerinin ve düzeltilebilir eksikliklerinin farkında olarak şunu  gönül rahatlığı ile diyorum , Reşadiyeli olmaktan gurur duyuyorum...


                                                                               Aslı Gülhan BEK/ Doğanşar Malmüdürü

17 Nisan 2012 Salı

KIZ ARKADAŞLARIM

             
             Rengarenk güllerden bir demettir benim için kız arkadaşlarım; her biri ayrı  güzel...
           İlk kız arkadaşım kuzenim Şuledir…Sonra Nuran, Sibel, Sonay ve adaşım Aslı...Bayramlarda kapı kapı gezip şeker toplama, evcilik ve sek sek oynama, çamurlaşmış  toprakla eşya yapma, piknikler, isim-şehir-artist oynama  ilk kız arkadaşlarımla aktivitelerimdendi.
         Ortaokul ve ardından lise kız arkadaşlarım...Birçok şeyi birlikte keşfetmek güzeldi hepsiyle...Kalbimizin  farklı tıklamalara maruz kalıp “bana birşeyler oluyor” diye koşturduğumuz vakitlerde kız arkadaşlar birbirimize destektik.Büyümüştük...Okul çıkışlarında sohbet ederek eve giderdik.Sevgili Arife ile akılcı sohbetlerimiz olurdu...En büyük zevklerimizden biri Toros Pastanesi'nden dondurma alıp yemekti Esengül ve Selvihan ile.Evden sırayla meyve getirir paylaşırdık tenefüslerde Birgül'le.Teyfik Hocamızı elimizde matematik sorularıyla beklerdik öğretmenler odası girişinde...Sıkı ders çalışırdık, hiç aklımız havada olmadı, ergen problemleri uğramadı pek bize...Haftasonları üç kız arkadaşımla toplanmaya başlamıştık.Arkadaşlarımız geliyorken evde temizlik yapardık.İlk pasta böreklerimizi birbirimize yapmıştık...Yiyip içtikten sonra müzikle hoplar zıplardık...
         Üniversite kız arkadaşlarım…Canlarım...Güzinim, Aylinim, Nihanım, Haticem, Sevgim, Tuğbam, Hanifem, Burcum...Öyle güzel arkadaşlığımız oldu ki...Türkiye mozaği gibiydik; Alevi, Sünni, Çerkez, Laz, Kürt...Saygı çok yüksekti birbirimizin değerlerine...Gelir durumu orta halli olanda vardı yüksek olanda...Dersine çok çalışanda az çalışanda...Neyimiz varsa birbirimizindi...Bir simiti kaça bölerek yedik ders arasında.Bir şişe suyu kaç kişi içtik...Sınavlar öncesi Turizm Otelcilik'in kafesinde toplanıp son ders tekrarları yaptık...Marketten alış veriş ettikten sonra Haticelerin evinde pasta börekler yapıp çok sevdiğimiz şark köşesinde afiyetle yerdik.Acımızı, mutluluğumuzu, paramızı paylaştık...Sol ya da sağ yumruklar havaya kalktığında sokakta, arkadaşlar önce okul, önce dersler dedik birbirimize...Ders notu,  geçmiş yıl sorusu paylaştık.Fakülte bahçesinde çimlerde bağdaş kurduk, üniversite şenliklerinde eğlendik...Beraber ders astık, sinemaya gittik, Tunalı'da gezdik......English Center 'a beraber koştura koştura gittik.Doğum günleri kutladık, hediyeleştik.Okul sonrası her birimizin işe girişlerine sevindik...Düğünlerinde eğlendik, doğumlarla teyze olduk...Arada buluşup Ankara'da, hasret giderdik....
         Arabamı sürmekte korkularım varken Pınarcığım, Şenaycığım çok destek oldu Reşadiye'de.Yaparsın, yapıyorsun, yanındayız dediler...Aslıcım her zaman destekçimdi zaten, hep iyi bir dinleyicim....Sadegül de az dinlemedi benim heyecanlarımı...Serenayımla ayrılırken  dakikalarca süren ayaküstü  konuşmalarımızı hiç unutamam...
       Ertesi gün yola çıkacakken gecenin kaçında, arkadaşımın odasında elimizde tatlı kaşığıyla bir yandan fıstık ezmesi kaşıklarken sırayla, bir yandan da gündemimizden konuşmak güzeldi…Mezuniyet gecemizin sonunda geceyi Haticelerde geçirmek, kocaman yer yatağında beraber uyumak, sabahta mükellef hazırlanmış kahvaltı sofrasında gecemizin kritiğni yapmak güzeldi. Serenaycığımın "alış veriş yaptım neler aldım" dediğinde, "atlayıp geliyorum" deyip bana özel defilesini izlemekte güzeldi, Pınar ve Aslı ile Sefa Lokantasında her hafta öğle yemeğine çıkmakta...Doğanşar'da ilk zamanlarımı İlknur Hanımcığımla paylaşmak güzeldi ve de Nurcan'la....Filiz'le film izlemek, gün içindeki çay sohbetlerimiz, gündem yorumlamalarımız güzeldi, Mehtap'la da dertleşmek, zor dönem acısını paylaşmak...Antalya'da Elif'le gün doğumunu izlemek  güzeldi,  Tuğbacığımla da gün batımını...
     Maliye Kursu arkadaşlarım; Özlem, Aysen, Fatma, Bahar, Dürdane, Filiz, Dilek, Gülhan, Cihan...Sizinle 6 ay harika geçti bilesiniz...Mogan'daki o güzel günümüz geldi aklıma birden, ne şeker bir gündü, "bütün kızlar toplandık" yapmıştık...Dürdane ile Safranbolu-Abant gezimiz…
     Kız arkadaşların varlığı harika birşey...Onlarla herşey daha bir güzel...Hayatımın tadına tat katarken acısını da hafifletebildiler...Beni ben olduğum için sevdiler, beni tanıdılar bildiler...Başarılarıma benden çok sevinip acılarıma üzüldüler...Sıcak kucaklaşmalarını eksik etmediler, tebessümlerini ve de...Yalnızlık nedir bilmedim sayelerinde...Yardımıma koştular...Yemeklerimin pasta böreklerimin kobayı oldular :) Yeri geldi sağ duyum oluverdiler...Yapıcı eleştirdiler, doğruya sevk ettiler, yanlışlarımı yargılamadılar beni anladılar, hatalarımı düzeltmeme yardımcı oldular...Birlikte gezdik, seyahat ettik...Hayatı insanları birlikte keşfettik...Benim olana sevindiler onların olana da ben sevindim; benim olan her imkan onlarındır ve bilirim ki onların olan da benim...İyi ki varsınız , canlarımsınız....

10 Nisan 2012 Salı

SINAV SINAV SINAV...

         Memur arkadaşım Ramazan'a "bu haftaki yazımın konusu sınav olacak " dediğimde Ramazan'da "yazacak çok şeyiniz var o zaman " dedi. Öyle gerçekten...Her sınavımdan da bir yazı çıkarırım ben ama olabildiğince toparlayıp yazmaya çalışacağım.
       Lise yıllarımda okul, ders, sınav kavramları yerleşmeye başlamıştı bende.Derslere rahat yoğunlaşabilme vardı ve düzenli ders çalışabilmek mümkündü lisede.Sınav zamanı akşamları günün yorgunluğundan olsa gerek erken uykum geldiğinden sabah çok erken kalkar ders çalışırdım.Ders çalışırken sabah ezanı okununca namaz  kılardım .Sınavlarımdan da güzel not alırdım. Sonuçta okul birincisi olarak mezun olmak nasip oldu.
      Kredili sistem öğrencisi olduğumdan ocak ayında mezun olmuştum liseden.Takip eden haziran ayında üniversite sınava girdim.Beş aylık bir süreç vardı önümde.Dershaneye gidemedim.Konu anlatımlı test kitapları aldık.Evimizin alt katındaki boş dairenin bir odasını kendime çalışma odası yaptım.Gün içinde 9:00-12:00 ,13:00-17.00 arası alt kata iner programladığım şekilde ders çalışırdım.Gazi Üni. İşletme Bölümü'nü kazandım.Eylül ayında üniversiteye başladım.Yaşım 17'diydi.Ankara bana tanıdık bir şehir olsa da büyük bir şehirdi nihayetinde.Yurt hayatına alışmak kolay değildi.Hiç bilmediğin konularda derslerim oldu.Şartlar gereği mi desem bilmem nedendir lisedeki gibi günü birlik ders çalışmayı hiç başaramadım.4 yıl 8 dönem boyunca hep  demişimdir kendime, planlı çalışmak  prensibim olsun diye ama yapamadım hiç.Bu istekte üniversite öğrenciliğinin raconuna tersti belki JHer seferinde bir bakmışım sınav zamanı gelmiş ben ön çalışmamı yapmamışım yine.Çalışma salonundan ki kısaca ÇS derdik, çıkmazdım artık sınav zamanı. Fakülteler arasında birkaç günlük farklar olsa da  genelde tüm yurttaki arkadaşlarda aynı zamana denk gelirdi sınavlarımız....Hepimizde derbeder görüntüler; dağınık toplanmış saçlar, uykusuz yorgun vücutlar, şiş gözler vardı.Kapanan gözleri açabilmek için ellerde kahve fincanları ve de...
       Hızlı yemek yersin sınav zamanı, her işin hızlı olur...Her türlü hızdan topladığın zamanı ders çalışmada kullanmak istersin.Geçmiş yıl soruları bulmuşsan ne mutlu.Sınav saati gelince yurttan çıkarken vedalaşırsın, başarı duaları alırsın.Anfi kapısında sınav saatini beklersin ,dua ile sınava girersin ,hiçbir şey aklında yok gibidir, telaş olur biraz ama sınav başlayınca yapmaya  başlarsın soruları.Güzel geçmişse sınav, tüm yorgunluklar unutulur mutlu olursun...Tersi halde üzülürsün...Böyle böyle geçti üniversite sınavları...Sonra işe girmek için sınava girdim.Cemalettin Demircioğlu agabeyimin üniversite sınavına hazırlanırken ki sözü gelmişti aklıma.Üniversiteye girmek zordur, girince bitirmek daha zor ama en zoru işe girmektir  demişti.Hepsinin stresi ayrı gerçekten.
         Sınav sonucu Maliye Bakanlığı'nda Muhasebe Memuru olarak işe girdim .Kaç yıldır hep ders hep sınav sıkıldım sanırım ki işe girdikten sonra bir rahatlık geldi, ders çalışmak istemedim.2001-2006 arası hiç sınava girmedim, hedef edinmedim.Sonra sıradan geldi hayat.Bir şeyler yapmak lazım diye düşünmeye başladım.Çevremde önüme hedef koymama yardımcı olacak kimse de yoktu.Herkes işine gidip geliyordu sadece.Ne yapsam ki derken Muhasebe Uzmanlığı sınavı açıldı.İki ay konsantre olup güzelce çalıştım.Güzel bir puanda aldım.Sözlü sınav olacaktı devamında.Sözlüyü önemsemedim ve sınav günü tutuldum kaldım komisyon karşısında çok basit sorularda bile.Kazanamadım, elendim haliyle.Hiç beklemiyordum ,çok üzüldüm.Sonra toparlandım.Ne yapabilirim bundan sonrasında dedim kendime.Şeflik sınavı çıktı önüme, girdim kazandım.Sonra Maliye Kursu sınavı oldu, onu da kazandım.6 aylık Maliye Kursu eğitimi ciddi bir eğitimdi.Kurs binamız ,sınıflarımız ,kurs müdürümüz ,hocalarımız ,vizemiz finalimiz vardı.Yine ders çalışmak, yine sınav, sunum yapmak,ödev hazırlamak...Kursta bittikten sonra önce müdür yardımcılığı sınavına ardından Muhasebe Yetkililiği Sertifikası  sınavına girdim.Sertifikalı müdür yardımcısı olduktan sonra da müdürlük sınavına girdim ve kazandım çok şükür.İş hayatımda ilk beş yıl sınavsız geçmişken ikinci beş yıl da hep sınavla geçti diyebilirim.Her sınav bir özveriydi gerçekten.Sınava hazırlanmak demek bir süre ailenden ,arkadaşlarından, akrabalarından kısaca tüm çevrenden ayrı kalmak, televizyondan, gezmelerden, uyku keyfinden, sosyal aktivitelerden uzak kalmak demek benim için.Kimseyi evine davet edememek ,davet edilen yere gidememek demek...İç gıcıklatıcı  hoş tüm tekliflere "üzgünüm ders çalışmam lazım" demek ...Genel seyrim böyleyken sınav süreci içinde kendini ödüllendirmek gerektiğine de inanırım..Çay kahve molası ,biraz dışarıda hava almak en basiti ödüllendirmelerin ...Beyne giden, ciğerlerine dolan  temiz hava mutlaka etkili gelir okuduklarını anlamada.Uzun soluklu bir sınav süreci yaşanacaksa daha güçlü ödüllendirmeler olmalı.Küçük bir gezi ,sinema ya da sevdiklerinle bir yemek ...Daha ileri gitmek için az geri gitmek gerekir ya koşarken yapılır hani ,koşmaya başlamadan geri çeker az insan kendini ,zaman kaybı gibi dursa da sınav sürecinde bu aktiveteler ileri gitmek için gereklidir aslında.
         Sınavlarımdan önce o sınavın bana ne getirisinin olacağını kabaca düşünürüm.Neye çalışmam gerek önüme koyarım.Ne kadar vaktim var ona bakar konularım ve süremle ilgili planlama yaparım.Plan olması önümde, nerdeyim çalışma sürecimde onu gösterir.Geri kalmışsam hızlanırım örnegin.Sınavın bana getirisini düşünmek motive olmamı sağlar.Sınavla ilgili istatistikler yaparım.Kaç kişi girecek ,kaç kişi alınacak ,sıralamada nerde olmalıyım gibi..Bu istatistiki sonuçlar önemlidir benim için, yön verir bana.
        Sınavıma konsantre olmamdan, sınav için gerekeni yapmamdan ve kısmet olmasından dolayı da tabi, hiçbir sınava iki kere girmedim.O sınavı kazanmak benim için önemliyse ve her sınav beni yaşamdan biraz soyutluyorsa bir daha bir daha önüme gelsin yine yine uğraşayım istemem, bir kere de olsun bitsin isterim.İsteğim ve çabam bu yöndedir ama çabaladıktan sonra olmuyorsa taktire tevekkül etmek lazım tabi.
       Babam inanılmaz destek olur bana sınavlarım öncesi.Yaparsın başarırsın yapmalısın der durur.Çalışmam için ortam hazırlar bana.Sen çalış yeter ki der ,kendi yapar birşeyleri...Kardeşlerim sağolsun çay yapar getirirlerdi odama ya da meyve tabağı hazırlarlardı arada, onlarla yaşarken...İki sınavıma köyde çalıştım.Sakin dingin bir ortamdı.Yalnız kalamayacağımdan köyde kız kardeşim eşlik etti bana,15 gün kaldı benimle ...Ortada bir başarı varsa zaten ailenin desteği vardır ,olmalıdır.Arkadaşlarımda sağolsunlar hep destek olurlar. Arayıp, hadi devam az kaldı derler mesela...Yüreklendirirler...Başarıma içten sevinir takdir ederler...Birde düşünürüm ,belli bir süre birkaç gün mahrumiyet yaşayacağım çevremden ,sonra yine hayat benim yaşam benim istediğimi yapmakta hürüm derim.Kendimi kısa süre soyutlarım sonuçta.
       Arkadaşım Halis'le eş zamanlı girdik kurum sınavlarına.Desteği çok büyüktür.Müdür Yard. sınavı öncesi çektiği özetleri paylaşmıştı benle.Onun verdiği özetle çalışıp ondan yüksek not aldım sınavda. Rakip görmez zaten arkadaşlarını.Ne duyarsak, ne kitap alırsak bilgi paylaşırız hep.Hepte güzel not alır arkadaşım ki paylaşımcılığının,iyi niyetinin de  notlara etkisi olsa gerek.
         Öylesine bir sınava girmeyi sevmem.Bazen bu kötü bir huy olabiliyor.ALES'e başvurdum ama çalışamıyorum.Önceden girseydim keşke dedim ,başvurdum niye çalışamıyorum dedim kendime...Vakitlice olsun isterdim ama ,kısmet...Bazı şeylerinde gerçekleşme vakti var demek ki...Geç olursa da güzel olsun diyeyim...
      Yaş ilerledikçe hayatımızdaki sorumluluklarımız arttıkça ders çalışmakta zorlaşıyor.İşimiz yoğun olabilir, çalışmak için izin alamayabiliriz, kafamızı meşgul eden ciddi sorunlarımız olabilir oluyorda...Lisedeki gibi sadece okulum ve derslerim olmuyor hayatımda.Üniversitede yurtta olmak ,ilçem dışında bir yerde okumanın sorunları eklendi ve başka başka şeyler...Çalışırken iş güç ,hayat koşturmacası ve hayat sorumlulukları eklenince ders çalışmak konsantre olmak, başarmak daha da zorlaştı...Şu da var ki, ne fedakarlık yaptıysam değdi sonuçları.Önemli olanda o değil mi?..Her sınav kazanımı bir boyuta taşıdı beni...Yeni mekan ,yeni çevre , yeni insanlar...Çıktığım her basamakta çok güzel insanlar tanıdım...Çogu tanıdığım, benim bir üst basamağı hedef edinmemi sağladı...Bakıyorum başarmanın hedefin sonu yok...Hayatta artık hiç canım sıkılıyor diyemiyorum , hep önümde bir hedef var çünkü..Hep yapmam gereken birşey var önümde...
           Muhasebe Uzmanlığı sınavı sözlüsünde başarılı olsaydım, İlçem Reşadiye’de Muhasebe Uzmanı olarak çalışacaktım.Ne kadar mutlu olurdum bilemem ama sözlü sınavı kaybetmenin sonucu 2007-2011 arası yaşadıklarımı ,yaptıklarımı ,tanıdıklarımı asla ıskalamak istemezdim.O sözlüdeki başarısızlık aslında daha büyük başarıların başlangıcı oldu.O vakit çok üzülmüş olsam da şimdi geriye baktığımda tebessüm ediyorum halime...
       Son beş yılda sanırım altı sınava girdim.En fazla 45 gün bakmış olsam 5 yılda 9 ayım sınavla geçmiş.Maliye Kursundaki sınavları da eklesem 5 yılda 1 yılım ders çalışmakla geçmiş.Çok mu az mı tartışılır.Yakın çevremden veryansınlarda işitmiyor değilim.Hep sınav, hep okuma,hep ders ,yeter artık , ne daha ne olacak vb...Bu halimden şikayetçilerin başında Şuleciğim geliyor.Sevenlerim kendilerine daha çok vakit ayırmamı istiyorlar sanırım ,haklılarda bir yandan...
      ALES ve devamında yüksek lisans yeni hedefim...Bu arada dil sınavına girmekte...İçinde bulunduğum çevre , örnek aldığım kişiler bana azim ve dinamiklik kattı.Doğanşar'a Malmüdürü olarak atandığımda diğer kurum amiri arkadaşlardan etkilenmiştim.Geçen yazımda da bahsetmiştim Hakan Kaymakamımın yüksek lisans ve doktoroları vardı, Müftü Bey yüksek lisans yapmıştı, Tarım Müdürümüz doktorasını yeni tamamlamıştı, Emniyet Amiri Kürşat Bey yurt dışı sınavını kazanmıştı...Çevremdekilerin başarılı ve idealli olması etkiledi beni...Bakanlıktan tanıdığım ve görüşmeye devam ettiğim hocalarım da yön çizmeme yardımcı oldular...Şartlara göre şekil değiştirdi amaçlarım şartlara göre de şekil değiştirecektir belki, bilinmez...
        Sınavlar sonucu bir üst yaşam alanına çıkmakla gördüm ki okumak, çabalamak, ilerlemek güzel şey ...Düşünmek, sorgulamak, iyiyi aramak ,iyi olmak...Üretmek en önemlisi...Üretebilmek çok önemli...Kim olursa ne olursa olsun insanın üretmesi; bir çiftçinin sebze ekmesi, ev hanımının el işi yapması bir yazarın yazması, bir genel müdürlüğün işinde politika üretmesi ya da...Bizim üretmemiz, çabalamamız ülkenin üretmesi çabalaması bizim ilerlememiz ülkenin ilerlemesi olmaz mı?
       Sınav sınav sınav nereye kadar değil mi bir bakıma da ..Sonuç ne, ne  olmalı sorusununa diyebilirim ki; bu dünya da en verimli en güzel en kaliteli şekilde yaşamak, sınavlar sonucu edindiğimiz kazanımları/görevleri hakkıyla yerine getirebilmek ve Allah katındaki asıl sınavda başarılı olabilmek  inşallah...Sevgiler....

5 Nisan 2012 Perşembe

BİR MUTLULUK YOLU-HOBİ

          Boş zamanlarını değerlendirmek için, insanın mutlu olduğu,  özel ilgi alanına giren işi, dinlenme eğlenme amaçlı yapması olarak tanımlanır hobi.İşi dışında insanın bir meşgalesinin olması hoş bir hal. Günümüzde sanki bir hobi edinmek olmazsa olmaz oldu.
        Zaman planlaması da yaptığımızda, iş çalışma saatlerimizin dışında ne kadar vaktimiz kalıyor bir düşünün.Yararlı aktivitelerle  bu süreyi doldurmak en güzeli değil mi?Birde unutmayalım ki herkesin 24 saati var gün içinde.24 saati nasıl harcadığımız çok önemli.Birlikte çalıştığım ilk kaymakamım sayın Hakan Yavuz ERDOGAN’ı hep örnek veririm bu anlamda.’77 doğumludur.Üç yüksek lisansı iki doktorası var.İyi derecede İngilizce biliyor.İşinde çok başarılı.Sonuçta hakkı ile bir ilçe yönetmek hiç kolay değil.Eş ve baba,aile sorumluluğu da var.Sıkı bir NBA takipçisidir.Bir sabah imza için makamına çıktığımda halsiz görmüştüm kendilerini ,”hasta mısınız” diye sordum , “yok Müdüre Hnm NBA maçı sabah 7:00 de bitti de” demişti.Judo’da Türkiye derecesi var bildiğim.Güreş yapar,futbol oynar...Spor dallarını yakından takip eder,iyi bir sinema izleyicisidir.Gezmeyi,keşfetmeyi sever.Başarılı,güler yüzlü,yardımcı,anlayışlı,vizyoner ve çözüm odaklı  yönetici olmasının bir sebebininde, hobileri olması olduğunu düşünüyorum.En azından stres atıyor hobileriyle.Spor yapanda genelde kararlı tavır ve akılcı düşünce sergiliyor. Mazeret yok, zaman planlaması ile çokşeyi yapmaya vakit var yani kendilerinden gördüğüm.
        Sıkıntıdan kurtulmak için birebir yöntem hobi edinmek.Hobi ile stres atıldığı,hayata bağlanıldığı kanıtlanmış bir durum.Psikologlar "herkesin içinde bir takım ruhsal güçler vardır.Bunlar geliştirilirse kişi daha zengin mutlu ve ilgi çekici bir hayata kavuşur"demişler.Sıradan bir yaşamın dışına çıkılır hobilerle.Özellikle çocuklar için kötü alışkanlıklardan uzaklaşma sebebi sayılır hobi edinilmesi.Örneğin sporu hobi seçmiş çocuk bilgisayar ekranına çakılıp zararlı oyunlar oynamaz.Takım arkadaşlarıyla sosyalleşir ,takım ruhunu öğrenir...                                     
  Tarihimizde de örnekleri var hobinin.Osmanlı Padişahlarının  müzik,güzel sanatlar,hat,tezhip,bestekarlık,yay ve ok yapma ,iyi silah kullanma ,marangozluk ortak hobileri olmuş.Geçen yazımda da bahsetmiştim Fatih Sultan Mehmet'in haritacılık hobisiymiş.Bahçıvanlık ve bitki yetiştirmede.Yıldırım Beyazıt pehlivanmış, iyi ata biner ve silah kullanırmış. Yavuz Sultan Selim'in kuyumculuk merakıymış...Yavuz çok okurmuşta.Kanuni en fazla gazel yazan padişah olarak anılıyor.Mücevher meraklısıymış ,iyi hat ustası ve müzik severmiş.IV. Murat satranç-dama oynarmış.Yük taşırmış ağırlık çalışma manasında sanırım.Ok atarmış. I.Mahmut kitap ve kütüphane meraklısıymış.II.Abdülhamit  piyano ve keman çalarmış.Marangozculukta ,dizaynda rakipsizmiş.Sultan Vahdettin güvercin meraklısı; III. Murat en uzun divan sahibi şairmiş.Tezhip yapmış. IV.Mehmet iyi avcıymış ve iyi sporcu. III. Selim büyük bestekarmış. V. Murat piyanist ve ressam, Sultan Abdülaziz ressam ve bestekarmış.Her birinin bir  hobisi varmış diyebiliriz.Rahmetli DENKTAŞ fotorafçılıkla ciddi uğraşırdı.Kenan EVREN resim yapardı. 
        Müzik dinlemek ,film izlemek,yemek yapmak,kitap okumak,örgü örmek,müzik aleti çalmak,fotograf çekmek,spor yapmak en yaygın hobilerden.Paraşütle atlama ,rafting,dağcılık, suya dalmak gibi hobiler daha heyecan verici ve de tehlikeli hobiler olarak gözüküyor.
        Hobilerini mesleğe dönüştüren de var.Örgü örmede çok başarılı bir akrabamdan hediye vermek için kaç parça ürün aldım bilemiyorum :)Kişinin kendinin yaptığı bir ürünü hediye etmesi de çok hoş bir durum.Örgüde pek yeteneğim olmadığından bugüne kadar tek birşey örebildim bir daha  da örmem sanırım.Bazıları çok severek yapıyor beni pek cezbetmiyor.Doğru hobiyi bulmanın önemi de çıkıyor ortaya ki zaten zevk almıyorsan yaptığında hobi olmaz değil mi?
     Ablam ve babam toprakla uğraşmaktan inanılmaz mutlu olurlar.Zaten toprak direkt elektrik aldığından herhalde stres bırakmıyor az kendiyle haşır neşir olanda.Bir enerji boşaltımı da olabilir haliyle hobi edindiğin iş ile ilgilenirken.Keyfe bağlı bir hal olması hobinin ayrı bir rahatlatıcılığı olsa gerek.Yapıp yapmamak bize kalmış sonuçta.
    Halk Eğitim Merkezinin açtığı kurslar sayesinde ortak ilgi alanına sahip insanlarda tanışma ve kaynaşma fırsatı oldu çalıştığım ilçede.Fotografçılıkla ilgilenen arkadaşımda gittiği kursta kalıcı arkadaşlıklar edinmişti İstanbul'da.Yeni arkadaşlar edinmek güzel bir fayda...
           Hobi sahibi kişide bir işi başarmış olmanın sonucu ve sevdiği işi yapıyor olmanın verdiği hazla  kendine güven  hissediliyor, böylece  çekici de gözüküyor sanırım :)Dostlar buluşmasında gitarıyla bir şarkı ya da sazıyla bir türkü söyleyen arkadaşım daha özel oluyor ister istemez benim için.
     Bende hobi olarak ne var merak edenlere söylemiş olayım.İlgi alanlarım tarih,siyaset,edebiyat ve güzel sanatlardır.İşletme Bölümü eğitimimden kaynaklı az biraz ekonomi ve de.Okumayı da severim.İlgi  alanlarım ve okumalarım, gözlemlerimle birleşince, beynimde oluşanlar  koşar adım ellerime iniyor ve parmaklarımın klavye üzerinde dansı  sonunda yazılarım oluşuyor.Lise ve üniversite hayatımda yazdığım birkaç şiir ve yazıyı saymazsak yazı yazmam uzakta bir arkadaşıma yazdığım e-maillerle başladı.Sonra blog yaptım ,blogumda yazmaya başladım.Şimdide Reşadiyem'in gazetesinde yayınlanır oldu yazılarım.Yazmak benim için artık hobi hatta durdurulamaz tutku diyebilirim.Yemek yapmakta uğraşım diyemesem de sevdiğim birşey.Fotoğraf çekmeyi de çok severim çok eskilerden beri, bilen bilir.Bu uğraşımı daha hobiye dönüştürmek için özellikli bir makine de aldım bakalım.Sevgiler....
                                                                                                                                        Aslı Gülhan BEK
                                                                                                                                      Doğanşar Malmüdürü

        

28 Mart 2012 Çarşamba

FETİH 1453

            Çekildiğini öğrendiğim andan itibaren izlemeye can attığım Fetih 1453 Filmini nihayet geçtiğimiz hafta sonu izleyebildim.Kahramanlıklarla dolu tarihimizden seçilmiş konular neden film ya da dizi olmuyor diye hep konuşulurdu. "Kuruluş" dizisi ve yakın zamanda çekilen "Muhteşem Yüzyıl" hariç  başka ciddi bir yapım görememiştik.
     Nihayet şanlı tarihimizin mihenk taşlarından biri ki belki en önemlisi İstanbul'un Fethi filmleştirildi.Önce dizi çekimi sonra finali sinema filmi geleneğinin aksine Eylül ayını takiben Fetih 1453 Filminin dizileştirileceğini okumuştum ,inşallah gerçekleşir.Bu arada TRT 1 de Bir Zamanlar Osmanlı -Kıyam dizisi ile de Lale Devri ve Patrona Halil İsyanı anlatılıyor.Tarihi dizi ve sinema filmleri artıyor ne güzel.Tarihi gerçeklerin beyaz perdeye yansıtılması tam bir ayna şeklinde olmasa da hata olamasa da İlber Ortaylı'nın Muhteşem Yüzyıl'a dediği gibi yine de yapılması güzel diyorum bende.Reklamın iyisi kötüsü olmaz mantığına uyarcasına dikkatlerin tarihimize çekilmesi sağlandı ne mutlu.Dizi ya da filmlerde şu eksik, bu abartılmış denince insanlar tarihi bilgilere yöneldi en azından yanlışsa doğrusu neymiş diye bakmak için.Günlük sohbetlerde tartışma konusu oldu tarihimiz.Geniş kitlelerce bir farkındalık oluştu ne güzel.
   Tarih okumalarımdan bildiğim Osmanlı'da padişahların bir meslege yönelmelerinin gelenek olduğudur.Sebebinin, Peygamberlerinde mesleklerinin oluşu ve Ahilik Teşkilatına önem verilmesi olduğu yazılır.Fatih Sultan Mehmet'te top dökümü işini kendine meslek seçmiş.Filmde Macar Urban Usta ve evlatlık kızının top dökümü öne çıksa da Sultan Mehmet'in derin çalışmaları varmış top dökümünde.Fethi kendine amaç edinmiş ve hedefine inanılmaz kilitlenmiş olarak gördüm Sultan Mehmet'i.Düşmanı Bizans'ı yıkmak için tüm detaylara önem vermiş.Düşmanı iyi tanımak anlamında düşmanının dinini,tarihini,dilini iyi öğrenmiş.İnatçı ve hırslı bir kişilik sergilediği gözüküyor filmde.Haritacılığın hobisi olduğunu okumuştum ki gecesi gündüzü Fethi planladığı harita üzerinde geçiyor bir süre.Şehzadeliğinden itibaren çok iyi yetiştirilmiş Sultan Mehmet.Zamanının dillerini öğrenmiş Arapça Farsça,Yunanca ,Latince gibi.Adeta fetih sırasında başka ülke ve dış etkenler tarafından rahatsız edilmemek için gerekli önlemleri almış.Fethe çok inanmış.Haliç'e zincir çekilmesi nedeniyle donanmasını hareket ettiremeyince tüm "olmaz, imkansız" seslerine ragmen amacına  yüksek derece kilitlenerek ve risk alarak inanılmaz, muhteşem fikrini hayata geçirip koca donanmayı bir gecede karadan yağlı kazıklar üzerinden kaydıra kaydıra Haliç'e indirmesi harikulede bir hal.Oradaki gayret ve şehitleri görünce çok etkilendiğim "bu memleketin her taşı için bir baş gitmiştir" sözü aklıma geldi yine.Fetih'ten sonraki hoşgörüsü de malum zaten...Hoşgörü bir nevi Osmanlı'nın sonunu hazırlamış dense de atalarımın hoşgörü ve adaleti gurur duyduğum özelliklerinden olmuştur.Osmanlı Tuğrasının üzerindeki aşagı dogru üç çizgisinin "üç kıta" ,yana dogru uzanan iki çizgisinin de "hoşgörü ve adalet"i simgelediğini okumuştum.Yani hoşgörü ve adaletle üç kıtaya hükmettiği belirtilmek istenmiş. 
      İnsan filmden çıkıp sinemanın koridorunda yürürken düşünüyor biz kimlerin torunlarıyız...Atalarımız neler başarmış inanç ,azim ve kararlılıkla diyor...Damarlarındaki kanı kabarıyor insanın ,derin bir iç çekip yapacakları için güç buluyor kendinde... Atatürk'ün dediği gibi "muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcut" gerçekten... 

5 Mart 2012 Pazartesi

EV HANIMLIĞI -BEYLİĞİ

               Gerçek bir ev hanımı olmak bakıyorum da hiç kolay değil...Eski zamanlarda daha zormuş ,duyuyorum.Kadınlar sabah erkenden kalkar ahırdaki hayvanlarla ilgilenir sonra Allah ne verdiyse kahvaltıyı hazırlar sonra tarlaya ya da bahçeye çalışmaya gider akşam yine hayvanlarla ilgilenirmiş...Yemek hazırlarken  bir yandan da çocuklarla bakarlarmış .Elde çamaşır yıkama ayrı zor iş.Yemekleri soba ya da ocak ateşinde pişirme ayrı iş.Yoklukta bir yandan...Akşamdan yıkanan elbiseyi, ikinci bir elbisesi olmadığından,akşamın sabahın daha kurumadan giyenleri duydum.
              Eskiye nazaran kolaylıklar gelse de günlük yaşama, ev hanımlığı yine zor.Bir sürü temizlik malzemesi var mesela.Hangi malzeme hangi iş için kullanılmalı bilmek lazım.X sıvısı ile iki saatte temizlediğiniz yeri Y kir çözücü ile iki dakikada temizleyebiliyorsunuz.Cam silerken ya da toz alırken kullandığınız bez; kendinden küçük bir kısmı temizlenen zeminde bırakabilir, yüzeyi pırıl pırıl temizleyebilir,hangisi kullanışlı bilmek lazım işte...
             Çogu elektronik eşyamızın 10 özelliği varsa kullanılan özellik 2-3 tane olabiliyor.İyi bir ev hanımı örneğin son model aldığı çamaşır makinasının  özelliklerini bilir.Televizyonunun,mikro dalga fırının ,ütünün...Kısaca tüm elektronik aletleri tam kapasite kullanabilmeli iyi bir ev hanımı...
              Kendi sağlığı ve ailesinin sağlığı ellerinde olduğundan ev hanımının, doğru beslenmeyi bilmeli.Hijyenik yemek yapabilmeli ,saglıklı besinleri vitamin degerlerini koruyacak şekilde dogru pişirebilmeli.Yiyecekleri birbiriyle uyumlu sunabilmeli;mesela et varsa yanında mutlaka salata olması gerektiğini bilmeli...
            İyi ev hanımı buzdolabını iyi yönetebilmeli.İsraftan kaçınmak anlamında, gereken ve yeterli derecede yiyecek almalı.  Sebze alış verişi yapmadan önce buzdolabının sebzelik bölümünü temizlemeli ki alınan sebzeleri doğru düzgün ve temiz şekilde dolaba yerleştirebilsin.Kişi sayısına göre yemek pişirebilmeli.Kalan yemeklere eşlik edecek yeni yemekler yapabilmeli ki israf olmadan kalan yemek yenebilsin.Yemeklerine sevgi katabilmeli.
           Her zaman mutfagında bir kağıt kalem olmalı ki eksikleri not alabilsin ve benim gibi markete gittiğinde "neydi ne alacaktım, unuttum bak" dememeli...Uygun fiyata en kaliteli ürünleri alabilmeyi seçebilmeyi bilmeli.
             Çocuklarına düzeni öğretebilmeli...Uygun yaşta çocuklarını mutfaga sokup sorumluluk verebilmeli.Birlikte kek yapmalı mesela çocuklarıyla...Sonra o çocuklar büyüdüklerinde mutfagı rahat kullanabilmeli...İyi ev hanımı büyük yemek daveti verebilmeli,mutfaktaki yemek-pasta-tatlı-tuzlu portföyü geniş olabilmeli... Çekirdek aileyle, geniş aileyle, dost akraba ile mutlu sofralar oluşturabilmeli...
            Çamaşırları renk ve kumaş uyumuna göre doğru deterjan ve yumuşatıcı ile yıkayabilmeli ve kurutabilmeli ki severek kullanılan giysiler uzun ömürlü , mis kokulu ,rengi atmamış şekilde kullanılabilsin...Dolapları ,çekmeceleri düzenli olmalı.
            İyi ev hanımı bunca şeyi yaparken bakımlı olmalı.Hoş bir eş ,hoş bir anne olabilmeli...Yorgun olsa da gülümseyebilmeli.Zarif,nezaketli ve düşünceli olabilmeli...Ahlaki incelikleri çocuklarına işleyebilmeli nakış nakış...Çocuklarına, eşine küçük süprizler hazırlayabilmeli...En basit ve masumane ;mısır patlatıp iyi bir film seçip izleyebilmeli eşiyle...Çocuğu ders çalışırken bir fincan kahve bir dilim çikolatalı kek götürüp kolay gelsin öpücüğü kondurabilmeli yüzüne...Eşiyle maç izleyebilmeli hatta maça gitmeli :) 
           Sanattan anlamalı ,ince zevkli olmalı...
           Çocuklarını okula, eşini işe bırakabilmeli :)Pikniğe giderken birşey unutmamalı...Kitap okumalı...
          İnternet kullanabilmeli...Gündemi takip ederek birey olarak farkındalıklarını dile getirebilmeli, fikir ve düşüncelerine vücud buldurabilmeli....Birde ibadetlerini yerine getirebiliyorsa tam süper olur...
          Bu işin okuluda yok...Tamamen hanımefendinin kendine kalmış...Kendini yetiştirmesine ,etrafını gözlemlemesine ,kişisel çabasına kalmış bir durum...Birde genetikte olmalı sanırım.Bazı bayanların ruhunda var bu özellikler...
           Ev Beyliği...Bu iki kelimeyi ilk defa bu yazımda yanyana gördüm ,yazdım :)Bekar yaşayan bir sürü beyfendi kendi evinin beyi değil mi...Elektronik eşyaları onlarda kullanıyor.Yardımcı bayanları olabilir temizlik vs için ama kendi başlarının çaresine bakanları biliyorum.Çok güzel yemek yapanları...Tertipli düzenli bir ev hayatını sürdürenleri var;akraba ya da arkadaşlarımdan biliyorum...
             Karı-koca için geçenlerde Üstün DÖKMEN'den duyduğum bir sözü paylaşayım.Bir erkeğin "eşime yardımcı oluyorum"  cümlesini hiç sevmiyormuş ."Yardımcı olmak değil paylaşım olsun istiyorum" diyor DÖKMEN...
            Bu yazımdan sonraki duam; sorumluluklarını bilen,bunları istek ve sevgiyle yerine getirebilen hanımefendi ve beyfendiler ile karşılaşmış olmuş/olacak  olmanız  -ve olmam tabi- temennisiyle....                                                                                                                      Sevgiler...

               

EV’Lİ OLMAK


         İnsanın evi gibisi yoktur değil mi?Kendini rahat ve güvende hissettiği mekandır insanın evi…Kendi  yurdu ,devletidir , sıcaklık ve huzuru, özgürlüğü hissedebildiği yerdir insanın evi . Nereye gidersem gideyim evimi çok özlüyorum…Bu hep böyle olmuştur istikbalde de muhtemelen böyle olacaktır…       
         Yazları kısa süreli köye giderdik demiştim.Köyde ilk evimiz ahşap-toprak ve taş karışımıyla yapılmış bir evdi.Şuan orada yaşamıyoruz yeni köy evimiz var ama eski  evin hatıraları tadı hep sohbetlerimizde.Annem  “eskide olsa kendi evim olsun ,ekmeğimi alıp köyüme gidince kendi evimin kapısını açayım” derdi.Anladım ki sonra,” eski de olsa bana ait olsun, başkasının köşküne girmektense kendi eski evine gireyim “istemiş annem.
        En güzel ev içinde en çok huzurun olduğu evdir bence.Boğaz’da yalıların olsun ya da Caprice Gold Otel’de bir dairen, içinde mutlu ve huzurlu olamadıktan sonra mekanın şatafatının ne önemi var ki…Bir evi güzel yapanda  içindeki insan ya da insanların mutluluk sesleri değil mi… Anadolu Sigorta’nın reklam filmi sloganını çok sevmiştim “evdeki huzur, mutluluk budur”..
         Reşadiye’deki evimizide çok sevmişimdir.Kutu gibi bir ev…İçi hatıralarla dolu…Kendimce bir prensip ;içimden gelerek yaptığım birşey;arkadaşıma gittiğimde gece kaç olursa olsun evime dönmeyi isterdim ,hala da öyledir.Gecenlerde okudum ,İslami açıdan eve dönüş saati ,yatsı ezanından sonraki bir saati geçirmemekmiş JYaz ve kış aylarına göre saat değişiyor yani…
       Üç yıldır kendi evim var.Lojmandayım ama içi benim evim,bana tahsisli şuanda J.Dostum ,Aslıcığım bana ilk evimi kurduğum zamanlarda” şöyle evine girmek, anahtarınla kapını açmak ve anahtarı yerine bir hava ile atıvermek ne güzeldir” demişti.Evet , aynen öyle…Evime eşya alırken düşündüm , geçici bir iki parça eşya mı alsam yoksa imkanım dahilinde olabilecek eşyaların en iyisini mi alsam diye…Sordum,düşündüm ve “b” seçeneğini seçtim.Şimdi de iyi ki “b”yi seçmişim diyorum.Neden mi ?Son iki aydır Doğanşar’dan dışarı çıkamadım..Zamanımın çogu Doğanşar’da evimde geçti geçiyor.Çok vakit geçirdiğim yer olan evimin olabildiğince konforlu olması güzel oldu benim için.Sevdiğim bir evimin  olması beni mutlu ediyor.Yaza tayinim çıktığında daha yoğun olacağım bir yere gidecek olsam da ,dışarıda daha çok vakit geçirecek olsam da inanıyorum ki evime koşa koşa geleceğim…
       Ablamdan duyduğum ve çok sevdiğim bir bilgi paylaşayım.”Evine çağırdığın misafirler ,koltuğunda oturduğunda ,çatalını kullandığında vb,  eşyalarının sadakasını da vermiş olurmuşsun”demişti.Misafir ağırlamakla evinin sadakasını verirmişsin  aynı zamanda. En sevdiğim şeylerden biridir misafir ağırlamak…Arkadaşımı dostumu ağırlamakta çok güzel ,ailemi de…Özenip sofra kurmak,hoş sohbetler etmek evimde ,evimin bereketi gibi geliyor …
        İnsanın evinde herşey güzel…Evini temizlemek , temizlediğin evi şöyle bir izlemek,kendi mutfağında yemek yapmak ya da “bugün hiçbirşey yapmıyorum ,keyif yapıyorum” demek ne güzeldir  evinde…Kış günü   elindeki çay bardağından çayını yudumlarken camdan lapa lapa yağan karı izlemek evinde;sevdiğin bir arkadaşınla  koltuğa kurulup güzel bir film seçip izlemek ;pazar sabahı biraz geç kalkıp kahvaltı sonrası ayaklarını uzatıp birşeyler okumak,tv keyfi yapmak…Kısacası evinin keyfini çıkarmak…
          Dünyada iman Ahirette mekan gereği ,Allah bana ve yazımı okuyan herkese bir ev satın alabilmeyi ,o evi güzelce döşeyebilmeyi,içinde  eşi ve çocuklarıyla huzurlu mutlu yaşayabilmeyi, geniş ailesiyle dost ve akrabalarıyla neşeli bol muhabbetli günler geçirebilmeyi nasip etsin inşallahhhhh…SEVGİLER

5 Şubat 2012 Pazar

TATLI KAR

            İlkokuldayken bir metreyi aşan kar yağardı Reşadiye'ye.Kendimizi karın içine tüm bedenimizle bırakmak , kara kalıbımızı çıkarmak güzel bir olaydı...Hatırladığım ilk kar karesidir kafamda o anlar...Kardan adam yapmak,kızakla kaymak saatlerce kartopu oynamak diğer güzelliklerdi...
           Kar taneleri...Altı köşeli...Çıplak gözle rahatça fark edilebiliyor...Duyduğumuz bir bilgi ; hiçbir kar tanesi diğerine benzemezmiş.Hiçbiri de birbirine değmezmiş.Değse zaten başımıza kar taneleri değilde kar topları yağardı ya da daha büyükleri:)Taneler birbirlerini itermiş yağarken...Birde her kar tanesini bir melek indirir denir ya...Bu bilgiyi düşünerek yağan karı izlemek ayrı bir hayranlık uyandırıyor insanda...Binlerce melek yeryüzüne iniyor diye düşününce ...Öyle ahenkli inişleri var ki kar tanelerinin...Hele lapa lapa yağıyorsa...
         Camdan izlemek ne güzeldir yağan karı...Elimizde yudumladığımız çayda varsa hele ki tadına doyum olmaz o seyrin...Daha güzeli bu izleyişin , yağan karın altına koşmak...Ellerini açıp, gökyüzüne bakmak sonrasında da...Sevdiğin bir insanla yürümek ya da yağan kar altında...İlk basan kişi olmak kara ,yürüyüp yürüyüp sonra arkanda bıraktığın izlere bakmak...Yaşın kaç olursa olsun şımarmak yağan kar altında...Sonra kar topu savaşına başlamak...Kardan adam yapmak ve de...Bu yıl o kadar kar fotosu gördüm ki...Kardan gelin vardı birinde , kardan at...Kar fotoğrafları da ayrı güzel değil mi?...
            Beyaz olması da ayrı güzellik karın...Başka renk olsa nasıl olurdu ...Siyah kar...Hiç düşünmek istemiyorum...Açık mavi , açık pembe...En güzeli beyaz geldi düşününce...
           Dışarıda kar varken ,evinde soba ; sobaya odun atmak ,çıtır çıtır sesle odun yanarken,   sobanın üzerinde kestaneler ve demlenmiş ıhlamurun fokurdaması...Güzel hallerdi...Karları aşıp eve gelince ya da karda dolaşıp oynayıp üşüyünce ellerini ovuşturarak eve girip soba başına geçip ısınmakta güzeldi.Islak eldivenlerini ,paçalarını kurutmaya çalışmak ve de...
            Karla kaplı ağaçsız alanlara baktığında alabildiğine beyazlık ...Güneş ışıklarının vurmasıyla da nasıl güzel yansıma olur ,pırıl pırıl ortalık...Ağaçlardan da en çok çam agacına yakıştırırım karı...Günlerden de en çok yılbaşı gününe...Kar yağmış ,çamların içinde ahşap bir ev ,çıtır çıtır yanan bir şömine  başında siz ,yanınızda artık bilmem kimi isterseniz :)
              Arkadaşlardan biliyorum , karda ava çıkmayı çok sevenler var...Donan göller üzerinde gezenler var ya birde.O göllerde bir alan kesip oradan balık tutanlar...Karda yapılacak en güzel şeylerden biri mangal olsa gerek.Gerçekten karda mangal ayrı keyif...
            Eskiler anlatırlar uzun kış gecelerini...Evlerde ocak başlarında yanan ateş etrafına birikilip hikayeler anlatılırmış...Türküler , maniler...
             Kar yağınca tertemiz bir hava olur ya...Nefes aldıkça yenileniyormuş gibi olur insan...Her hücrene "al sana oksijenin hası" diyebilirsin :)Bazen kayarsın buzda karda...Kendim düşsem de başkası düşse de çok gülerim ben...Çok komik olunuyor :)Kayan arabalar var birde...Bu sene haberlerde vardı.Birkaç genç  yamacın altında konuşlanmış çıkamayan araçları itiyorlar .İttikleri araba başına 5 TL alıyorlarmış.11 araba ittim diyordu birisi.
              Gülhan ŞEN , Moldava'da yaptığı çekimde demişti.Dondurucu Dede karakteri varmış Moldova'da ve dedenin torunu Kartanesi karakteri :)Kuzey ülkelerde soğuklar daha fazla malum. Rusya'da (- 50 )derecelerde...Bizim memleketimizde de Erzurum ve Sivas'ın soğugu malum.Soğuga sormuşlar nerelisin diye Erzurumluyum ama Sivas'ta ikamet ederim demiş :)Soguk memleketlerin insanları sıcak kanlı mı olurdu?Soğuk memleketlerde evler birbirine yakın oluyordu sanırım.Evler dipdibe olunca ısınmaya fayda sağlar düşüncesi hakim olsa gerek...
           Karın güzelliğinin keyfini çıkarıcı enfes günler geçirmeniz dileğimle...
           
          

ACI KAR

       2007-2008 kışı...Ankara'da Maliye Kursunda iken arabamla Ankara' ya gitmem gerekti.Reşadiye'nin haricinde şehir içinde araç kullanmamışken, birden Ankara'ya hemde ocak ayında gitmek zor bir olaydı benim için.Hava raporuyla yattım hava raporuyla kalktım o günlerde.Sabah uyanır uyanmaz ilk işim camdan caddeye bakarak ,ne kadar kar yağdığını , Belediyece yağan karın temizlenip temizlenmediğini görebilmekti.Karlı hava da trafikte ilerlerken her an biri gelip size çarpacakmış gibi oluyor.Yolda kaza yapmış araçları  görünce de hafiften bir gerginlik geliyor.
         Kışın, birgün arabayı yıkattıktan sonra misafirhaneye gelip aracı park ettim.Kışın yıkatınca arabanın kapaklarının iç lastik kısımlarını silmek lazım , bunu biliyordum ama acelem vardı sadece kendi kapımı yani sürücü kapısını silebildim.Ertesi sabah benimle kursa gelmek isteyen arkadaşlarım oldu.Arabaya binecekken baktık benim kapı hariç diğer kapılar donmuş, açılmıyor.Kızlar çizmelerini çıkarıp sürücü kapısından girdiler koltuklara basarak arkaya ve yan tarafa geçtiler.Kursa geldiğimizde de çizmelerini giyerek teker teker çıkmışlardı arabadan.Biryandan da bakıyorlar bizi kimse görüyor mu diye.Cihan,Dilek ve Yasemin vardı sanırım o gün.Hal çok komikti o an için :)
          2008-2009 kışını Başçiftlik'te geçirdim.Şuana kadar en zor kıştı benim için.Başçiftlik 1400 rakımdı sanırım.Ne kar yağıyordu...Böyle küçük ilçelerde kaloriferli ev bulmak imkansıza yakın birşeydir.Ben buldum Başçiftlik'te ama hiç ısınmıyordu desem yeridir.Kalorifer yanardı ama bir yandan elektrik sobası yanardı, ben en kalın giysilerle ve genelde battaniye içinde oturuyordum.Mutfakta ya da diğer odalarda uzun süre durmak yok.Yemeklerimi Reşadiye'de yapıp getiridim ,Başçiftlikte sadece ısıtırdım.Haftasonları da Reşadiye'ye giderdim.Babam bir iki kez aldı bıraktı sonrası bana kaldı mecburen.Birgün saat üç gibi yola çıktım.Arabamın camı buz olmuştu.Cama su döktüm,cam açıldı .Bende hemen yola koyuldum.Bir dakika geçmedi ki tahmin ettiğiniz üzere cam tekrar dondu.Su dökülürse o soguk hava da camdaki buz açılır ama yine donar sonuçta.Tekrar buz olduğunda ben yola koyulmuştum..Hafiftende rüzgar esiyor bir yandan.Cam öyle dondu ki 10 cm çapında bir alandan yolu görmeye çalışıyordum.Kaloriferi açıp cama ısıyı verdim ama motor soğuk olduğundan ilk başta soguk hava geldi cama, ısınınca buzu açar ama az vakit lazım , bu arada ben yola koyulmuşum .Durmak mümkün olamazdı çünkü görüş mesafesi en fazla iki metre , yol dar ,arabanın rengi beyaz fark edilmem çok zor olur ve arkadan biri gelirse mutlaka bana çarpardı mutlaka.Kar temizleme aracı yolu açmıştı ama rüzgar olduğundan biraz kar yola savrulmuş , yol nerde başlıyor nerde bitiyor belli değildi.10 km kadar ilerledim o yolda ama bana sorun.Dedim "Allah'ım sana emanetim ,yapacak hiçbirşey yok şuanda"...10 km sonra camdaki buz oldukça açıldı.Önümü görünce rahat ettim biraz.36 km yolu kaç kez dua ederek bir yandan da gidip geldim.Yan taraf uçurum hep.Kaydınsa gittin demektir.Bir iki kez kaydım ama hafif kayışlardı.O kayış anında kontrol sizden çıkınca içinizden birşeylerde kopup gidiyor.Zincir hiç kullanmadım , dört lastiğimde kış lastiğiydi.Allah korumuş diyorum.
         Evde üşüyordum ,iş yerimiz Belediye'den kiralanmış bir yerdi,Hükümet Konagı yoktu yani.İş yerimizde öyle soguktu ki ,bayan arkadaşımla estetiklik , uygun mu değil mi diye düşünmeden neyi kalın bulursak üstüste giyiniyorduk.Soğuga yigitlik olmaz denir ya çoook doğru...Az biraz şoförlüğümün rüştü ispatlanmış oldu o kış.Arabayı park edecek alanda bulamıyordum.Evin önü dar sokaktı.Buldozerde temizleyince sadece karı yana atıyor.Yan taraflar kar yığılı olunca arabayı park etmek mümkün değil.Çatı altları çok tehlikeli.Buz sarkıtları bir metreyi geçerdi.Düşse arabaya zarar verir .Birde çatılarda kar birikmesin diye kiremit değilde metal kaplama var.Koca kar kitlesi çatıdan birden pat diye düşebiliyor.Aracın üstüne düşse kaportayı eğiyor , eğmişte önceden.
       2009-2010 kışında Doğanşar'daydım.Rakım 1400 lerde yine.Yine kış sabahı ilk işim kar çok yağmış mı diye camdan bakmak , yine hava durumuyla yaşamak vardı.Haftasonu arabanın üzerine yağmış karı arada inerek temizlerdim ki pazartesiye çok yığılmış karı temizlemek zor olurdu.Yerdeki kara bata çıka arabanın üzerine yağmış karı temizlemek...Kar azalınca soguklar olunca cam buz tutar.Her sabah buz kazırdım camdan.Başçiftlik'ten iyi yanı , park edebileceğim geniş alanların olmasıydı Doğanşar'da.Birde evim ,eşyalarım var ve her hafta Reşadiye'ye gitmem gerekmiyor.Lojmanı değiştirdim.Yeni evimin garajı var bu çok rahatlık oldu bana ama kaloriferi sorunlu oldu bu evinde.Geçen kış ocak ayı ortasına kadar kazan yanmadı.Bu yılda tam performans sergilemedi.-22 derecelerde yanmadı geçen haftalarda .Hasta oldum rapor almak zorunda kaldım.Soğuk evde iyileşemeyeceğimden babamı aradım.O karda buzda kızına kurtarma operasyonu yaptı babam.Üç saatte geldi aldı beni üç saatte geri döndük ki 60 km dir aradaki mesefa Reşadiye ile.Şartlar zor ama çok şükür ki çevremde iyi insanlar var zorlukları kolaylaştıran.
         Doğanşar'ın bana en zor gelen yanı kışın yaklaşık üç ay ilçeden kolay kolay çıkamamak...Kendimi birşeylerle oyalayan biriyim ama üçüncü haftadan sonra çıkamadıysam ilçeden sıkılıyorum.Değişiklik istiyorum.İşin ,evin,birkaç arkadaşın, televizyon,internet,okuyacağın kitaplardan oluşan bir zaman aralığı yaşanıyor.Tebdili mekan ferahlığı yaşanamayınca ruh halin az değişiyor...Ehhh ne yapalım artık... 
          Bu rakımlarda bu bölgelerde kar yağar , çok doğal.Kalorifer kazanı evini ısıtmıyorsa , ya da kaloriferli ev yoksa bu küçük ilçelerde ,kışın zor geçtiği yerlerde arabana garaj yoksa , kepçe operatörü kar temizlerken yol kenarına dağcıklar yapıp eve geçişini zorlaştırıyorsa ki sende kendi evinin önünü/yolunu aç diye düşünüyor belki de, kar ne yapsın...İnsanlar yaşam şekilerini hava koşullarına göre ayarlamıyorsa suç karda mı?Nasrettin Hoca demiş ya "hırsızın hiç mi suçu yok"...
           Karayolları ekiplerinin yol açama çabaları , ambulansta sağlık ekiplerinin saatlerde süren zor yolculukla hasta kişilere ulaşması ,çığ düşmesi ...Bu yıl ilginç bir görüntüydü;beyaz bir araçın üzeri karla kaplanmış ana yol ortasında.Kar temizleme araçları buldu onları  ,hepsi ecel teri dökmüş korkulu gözlerle bakıyorlardı etrafa.Son dualarını etmeye başlamışlardır sanırım.Ne strestir Allah bilir...Karın çok olduğu yerlerde beyaz renkte araç olmasa iyi olur gibi geliyor bana.

11 Ocak 2012 Çarşamba

AŞK-2

               Unutturamaz seni hiçbir şey unutulsam da ben
                      Her yerde sen, herşeyde sen, bilmem ki nasıl söylesem
                             Bir sisli hazan kesilir ruhum eğer seni görmesem
                                     Neşemde sen, hüznümde sen, bilmem ki nasıl söylesem
                                                                  *                  *                   *
                                                 Bir bahar akşamı rastladım size
                                                          Sevinçli bir telaş içindeydiniz
                                                                 Derinden bakınca gözlerinize
                                                                         Neden başınızı öne eğdiniz

         Aşk bütününü tamamlayan  hoş yönlerin başında zarafet ve  nezaket geliyor sanırım...Eskiler kim bilir ne güzel seviyormuş ne güzel aşklar yaşıyormuş ki yukarıda paylaştığım  şarkı sözlerini yazabilmişler...Dizelerde zarafet ,incelik, kibarlık, saygı , utangaçlık ,derinlik buram buram kokuyor...Öyle seven böyle yazar ancak diyorum...Lisanın güzelliği kalbin güzelliğinden, kişinin zarafetinden olsa gerek...Görgü, bilgi, ahlak güzelliğinden ve de...
        Osmanlıca kelimelerin içinde uçuştuğu cümleler  bana degerli geliyor...O kelimelerle kurulmuş cümleleri duymakta hoş geliyor...Tanıyanlarıma bahsetmişimdir, Bülent ARINÇ Meclis Başkanıyken ve Erkan MUMCU Meclis kürsüsündeyken aralarında geçen bir atışmayı izlemiştim televizyonda.Çok etkilendim.Bir atışma bu kadar zarif olabilir dedim...Sayın ARINÇ'ın hatipliği meşhurdur malum...
        Kalite her şeyin başında gerekli  olduğu gibi aşkında vazgeçilmezi olsa gerek...Kaliteli sevmek kaliteli sevilmek...Derinden sevmek,gerçekten sevmek ,hayatının vazgeçilmezi olması ,onu her an düşünmek ,fedakarlık ,özveri ,anlayış,hoşgörü,sabır,gayret,özlem,ayrı kaldığında şiddetli özlem ,süreklilik, belki uykusuzluk gerektirir...İncitmemek ,kazara incittiğinde ondan daha çok incinmek lazımdır kaliteli sevmek ve sevilmek için...Kalbinin derinlerinden hissettiği güzel duyguları lisanı münasiple sevdiğine ifade etmektir kaliteli sevmek ve sevilmektir...Bir mahçubiyet bir utangaçlık vardır hep heyecan ve coşkunun yanında kaliteli sevmekte ...Çok derinden dilemek ,çok derinden istemek ,çok çabalamak ama olmadığında, baktın bir sebeple vuslat yoksa, kader, kısmet,hayırlısı böyleymiş deyip çekilebilmektir kaliteli sevmek...Aşkın kitabında çekilmek olmasa gerek , hep dilemek vardır belki hep çaba ...Aşkın ayrılık boyutununda tadını derinden duymak kaliteli sevmenin gereği olsa gerek..."Olduğu kadar ,olmuyorsa kader" diyebilmek önemli Mevlana gibi...Oldugu kadarıyla yetinmek belki...Sakin,mağrur olabilmek "olmuyorsanın" karşısında...Kendinde olabilmek ,güçlü durabilmek mi evladır aşkın bitişinde, her daim kendini kaybetmek kendini bulamamak mıdır aşk yoksa ...Bitti ,olmuyor demekle aşk biter mi evvela...Zaman mıdır tüm sorulara cevap ya da çare...