24 Aralık 2011 Cumartesi

YURT GÜNLERİNDEN...

         Bir önceki yazımda "yurtta kalmak ayrı bir yazı konusu olur" demiştim.Bu akşam yazayım istedim.
        1995-1999 arası dört yıl kaldım yurtta.H.Ö. Sabancı Kız Yurdu idi benim yurdum..O zamanlar Ankara'daki en güzel yurtlardan biriydi.24 katlı bir binaydı.1048 kişi kalabiliyordu hatırladıgım.8 kişilikti  odalar.2. kat 5. oda da kaldım 4 yıl, hep aynı oda hep aynı yatak.Aynı oda ve aynı yatakta kalmak çok kolay birşey değildir yurtta çünkü öyle şeyler olabilir ki ya gönderirler seni odadan ya da gitmek istersin.
        İlk senemde oda arkadaşlarımın biri hariç hepsi son sınıftı.Ben 17 yaşımdaydım 27-23 yaşlarıydı sanırım diğer arkadaşlar.Genelde Mesleki Egitim Fakültesi öğrencileri vardı odamda.Kız Meslek Liselerine öğretmen olmak için oradaydı çogu.Giyim Ögretmenliği ,beslenme vs bölüm ögrencileriydiler.Hiç çalışma salonunda görmedim onları.Ben onlara göre hep ders çalışıyordum.Çok sigara içerlerdi odada.Benim gibi birinci sınıf olan arkadaş yan odaya geçti , dayanamadı :)Dayanılacak gibi değildi aslında.Bende sabır mı desem sabitlik mi desem vardır birşey gitmem bırakmam öyle kolay kolay...Abla sayılırdı onlar bana yaş olarak.Problem yaşamadık ama zor geldi onlara alışmak,.Gece geç saatlere kadar ışık sönmezdi ,ışıkla uyumayı öğrenmek gerekti.Serpilciğim sağolsun 15 gün aynı odayı paylaştık ama ilk günlerimde çok yanımda oldu,yardımcı oldu bana.Ankara'ya çok gelmiştim ama evinden ayrılıp yurtta kalmak başka birşeydi.Tek dolabın var tek alanın yatagın...Dolabını kilitli tut,çantanı cüzdanını koru , temizliğe çok dikkat et hasta olmamak için vs vs...İlk zamanlarda öğrendiğim şeylerden oldu.Yurt yemeklerine alışmak ta zordu.
        İkinci yılımda oda arkadaşlarım mezun olup gidince yeni gelenler birinci sınıf oldu genelde.Odanın en kıdemlisi dogal olarak ben oldum:) İlk yılın verdiği tecrübeler ,yurda,okula Ankara'ya alışmanın verdiği rahatlıkla sonraki yıllar daha rahat geçti.Çok farklı karakterlerde oda arkadaşlarım oldu.Aklı başında olanda vardı aklı havada olanda...Memleketinde çok sıkılmış ,yurda gelindiğinde nereye gideceğini ne yapacağını şaşıran kızlar vardı katta.Sonları pek iyi olmadı.Daha o yaşlarda çok acı şeyler yaşadıklarına şahit olduk.
       İkinci yıl kurallar koyduk odada.Mesela gece 24:00 'da odanın ışıgı sönsün uyumak isteyen rahat uyusun dedik.Odanın temizliği ile ilgili kurallar vs.
        Cep telefonu kullanımı yaygın olmadığından arayan yurt numarasından arardı bizi.Düşürmek zor olurdu arayan için.Bizde ankesörlü telefondan kartla arardık sıra bekleyerek ailelerimizi.Çok ilkel geliyor şimdi ,dakikkalarca telefon sırası beklemek.
          Bizim kattan bir kıza annesi ne zamandır ulaşamamış.Kız arkadaşta yanlış şeyler yapan biriydi.Çok geç saatte gelir yurda ,çok zaman dışarda kalırdı vs.Annesi aradığında katta telefonu ben açmıştım.Anne agladı ,ulaşamıyorum kızıma, söyleyin akıllı olsun ,yanlış şeyler yapmasın gibi şeyler söyledi ,bana kızını sordu.Konuşmadım ben ama o biliyordu sanki herşeyi.Çok üzülmüştüm o zaman.Siyasi görüşlü insanlar yaklaşır kendi düşüncelerine çekmeye çalışırdı yeni gelenleri.Görüşlerini empoze etmeye çalışır , eylemlere davet ederlerdi .Yanlış ve kötü şeyler yapanlarda kendilerine ortakçı ararlardı, uzaktan gördüğüm.Tuzaklara düşmemek dikkatli olmak lazımdı.Şükür olabildik.Ailesiyle iletişimi güçlü,okuluyla dersleriyle uğraşan ,elindeki parasını ihtiyaçları çerçevesinde kullanan, parasıyla yetinebilen,gecelere akmayı marifet saymayan kızlara pek kimse yaklaşamazdı zaten.Kendini korumayı ,iyiyi kötüyü   ayırt etmeyi ilk orada gördük sanırım.
          Yurt benim için ders çalışma yeri sayılırdı.Sınavlarım yoksa akrabalarımda kalırdım, özellikle haftasonları.Vize final zamanları yurttta kalırdım sadece.Birinci kattaki çalışma salonunda yerim belli olurdu sene başından.Derslerim kolay değildi bana göre.Çalışma salonuna ki biz kısaca ÇS derdik gitmezlerdi pek oda arkadaşlarım.. Özenirdim bazen onlara yatak üzerinde walkmenlerini kulaklarına takarak vize final ödevlerini hazırlarlardı.Tıpçılar,hukukçular birde bizim fakülte vardı ÇS de.Hep her dönem derdim ki bu dönem sıkışmamak için programlı ve erken çalışma yapacağım finallerde sıkışmayacağım diye ama nafile...Hiç yapamadım, hep sıkıştım.Ben genelde sabah çalışırdım.Çalar saati kurar , sabah erken kalkar inerdim çalışma salonuna.Isıtıcı ile kahve hazırlardım tabi önce kendime.Yorgunluk uyku öyle çökerdi ki sade-klasik kahve bile hayır etmezdi göz kapaklarımın buluşmasına.Çalıştıgım masa Konya Yolu'na bakardı.Konya Yolu'ndan tek tük araba geçerken günün aydınlanmasına dogru  yogunluk başlardı.Araç sesleri hala kulagımda.Çalışabildiğim kadar çalışıp odaya çıktıgımda apar topar hazırlanmaya başlardım.Oda arkadaşlarım sınav için başarılar diler,Allah yardımcın olsun,zihin açıklığı versin dileklerine ammiiinnn diyerek çıkardım odadan.Yurda dönüşte de "nasıl geçti sınavın" cümlesiyle karşılardık.Final zamanı herkesin "tipi kayardı" :).Ölesine saçını toplar öylesine şeyler giyerdik kızlarla .Sıcak su belli saatlerde verilirdi ,banyo saatleri belliydi ,sınav zamanı banyo sırası beklemek ayrı bir dertti.

         Memlekete gidenleri ugurlamak ,gelenleri karşılamak vardı gelenekte.Evden gelenler boş gelmezdi tabi ,dolmalar pastalar börekler :) Evden gelmiş her yiyecek çok tatlı gelirdi hepimize.Birlikte kahvaltı yapar yemek yerdik yemekhanede.Özellikle ramazan aylarında.Kandillerde oruç tutardık.Kandillerde bile nasıl yemek sırası olurdu.Sırada sohbet ederek beklerdik.Oruç tutanın çok olması hep hoşuma gitmiştir.Masaya oturdugumuzda iftara az kalmış olurdu.TV den Ankara için iftar vaktinin geldiğini görürdük  Kocatepe'den başlayan ezan ve Ankara görüntülü TRT yayını eşliğinde, hala aklımda.Birlikte sahur yapardık bazen odamızda bazen yemekhanede.Bazende hep birlikte dışarıya yemege giderdik.Erkek arkadaşıyla ilk buluşmasına gideni giydirir süsler ugurlar, geldiginde başında toplanır detayları dinlerdik...Bazen derdi olanı dinlerdik,bazen mutlulugunu paylaşmak isteyeni.
       Elde çamaşır yıkamayı hiç sevmem pek yıkayamamda zaten.Akrabalarımın olması büyük şanstı o yüzden,yıkanması için onlara götürürdüm çamaşırlarımı hep.Nilüfer görme engelli bir arkadaştı.Öyle güzel çamaşır yıkardı ki yumuşatıcısını eklerdi bekletirdi vs.Hisleri çok gelişmişti görme engelli arkadaşların.Nilüfer birgün kolumdan tuttu ,bilegimden dirsegime kadar yokladı eliyle kolumu ,sonra "maşallah kilon yerinde senin" demişti :)Başka görme engelli arkadaş çok güzel ud çalardı.Bazı akşamlar  dinlerdik.

       Yurtta çok kız vardı her tipten her türden...İnsan kendine uygun olanları seçebiliyor.Dogru tercihler dogru arkadaşlıklar seçimi için iyi bir deneme noktası yurt.Aileden uzakta tamamen kendi kararlarınla...

        Özellikle memleketten geldiğimde yurdun giriş kapısına vurdugumu hatırlıyorum :(...Bu okul biter mi bu yurttan gider miyim derdim, geçti gitti hepsi...

          Yegenimden de duyuyorum şimdi.Yurttlar çok değişmiş.Odadaki yatak sayısı azalmış.Çalışma masaları konmuş odalara.Çamaşır makineler alınmış.Bilgisayar odaları açılmış.Kuaför hizmeti sunuluyormuş.Yemekler daha düzelmiş.Gece gündüz sıcak su verilmeye başlanmış.12-13 yılda olsun bu gelişmelerde, daha çogu olsun hatta.
           Akşamüzeri Suat KILIÇ'ın konuk oldugu bir program gördüm.Yurtlardan sorumlu bakan ya kendileri.Twitter'da takipçiyim sayın Bakan'ın.Öğrenciler dileklerini sıkıntılarını yazıyorlarmış sayın Bakan'da Genel Müdüre talimat veriyormuş hemen.Hatta Genel Müdür'de Twitter hesabı açıp sayın Bakanı takibe almış , Bakan talimat vermeden O erkenden geregini yapmaya başlamış öğrenci isteklerinin :) 
            

10 Aralık 2011 Cumartesi

ANKARA''DAKİ BEN'LER

      Bebekken  gitmeye başlamışım  Ankara'ya.Hala da senede birkaç kez bir şekilde gidiyorum.

      Küçükken çok sevmezdim Ankara'yı.Çünkü hep hastaneye giderdim.Hastanede kalmak , ameliyatlar hoş gelmezdi doğal olarak.Şartlar gereği tek başıma kalmam gereken anlar oldu hastanede, 6-7 yaşlarında hatırladığım.Halam her gün birkaç saatliğine yanıma gelirdi.Geliş saatini ,gelişini camda bekler giderken Numune Hastanesi'nin balkonundan gidişini izlermişim.Uzaklaşınca halam arkasına bakarmış hergün aynı noktadan, el sallarmışız karşılıklı.Hüzünlenirmiş halam.Ameliyat olduğumda kalırdı halam yanımda.Ameliyattan birgün önce" aç kalacak" yazısı asılırdı yatak başıma.Bir keresinde ertesi gün ameliyat olacağım söylendi.Halam ve babam sabahtan geleceklerdi.Onlar gelmeden ameliyathaneye çıkmam gerekti ameliyata hazırlanmam için.Aynı odada kaldığımız bayan yardımcı oldu bana.Hiç ağladığımı hatırlamıyorum.Çıktık ameliyathaneye.Sıramı bekledim.O arada hemşire geldi ameliyata girmeme az süre kala."Babanlar seni görmek istiyor" dedi,kucakladı,  ameliyathane kapısına götürdü.Ben sevinçliydim onları gördüm diye gülümsüyordum;onların da geç kaldık,seni biz çıkarmalıydık diye gözleri dolmuştu.
     
           Kuzenim Şule ile çok vakit geçirdik küçük bir kızken Ankara'da.Pek anlaşamazdık o vakit.Çekişilmeden pekişilmezmiş misali şimdi güzel bir bağımız var.İki tekerlekli bisiklete biniş denemelerimiz aklıma geldi.Kaç kere düştüm kimbilir.Bisiklet lastiği üstündeki demirin bilegimi soyması...Şule arkadan tutar ben sürmeye çalışırdım.

           Okul tatillerinde giderdim arada Ankara'ya.Sonraa Ankara'da  üniversite kazandım.17 yaşımda yine Ankara'daydım.Bir ürkeklik vardı her ne kadar Ankara çok bildiğim bir yer olsada.Fakültem Beşevler'deydi kaldığım yurt Sabancı Kız Yurdu'ydu.Yurtta kalmak çok zor geldi ilk başlarda.Durmadan ağlardım.Ağlamalarıma dayanamayan ve birascıkta kızan babam "tamam , bırak okulu gelip alıyorum seni" demişti.Ağlamayı kestim tabi :)

       Yurtta kalmak  kolay birşey değildi.Ama benim en büyük şansım evci çıkmak istediğimde çıkabilmem ,akrabalarıma gidip ev ortamını yaşayabilmemdi..Yurtta kalmak ayrı bir yazı konusu olur.Evimi çok özlerdim.Yurt, insana çok şey öğretir.İnsanları tanırsın en başta.Toplu yaşamı öğrenirsin...Ders çalışmam gerekmezse yurtta çok kalmazdım , akrabalarıma evci çıkardım.Sabancı Kız Yurdu ikinci katta 5 numaralı odaydı benim odam.Konya Yoluna bakar ,A.Ü. Diş Hekimliği Fakltsi manzaralı.Bir alt katta çalışma salonumuz vardı.Çalışma masamın manzarası da odamla aynı manzaraydı ,Konya Yolu yani...

        '95 yılı girişliyim üniversiteye.Ben ikinci sınıftayken metro işlemeye başlamıştı Ankara'da.Öğleyin saat 13:00 te dersten çıkıp metroyla Beşevler'den Kızılay'daki İngilizce Kursuna yetişmeye çalışırdık.Yemek yemeğe vakit yok,elimizde simit pogaça ne varsa bir yandan yer bir yandan koştururduk.Metrodan çık ,koştur koştur Sakarya Cad. deki kursa...Vakit bulursak Kızılay'ın caddelerinde dolaşırdık,cafelerde otururduk.YKM önünde buluşurduk :) Maltepe Pazarına giderdik.Arada sinemaya giderdik, bazen yemeğe.Bahçeli'de dondurma yemeğe bazen...Fakülte'nin bahçesinde sınava girmeden son tekrarları yapardık.Hoşdere ya da Sokullu'ya gitmek için minibüs sırası beklerdim haftasonları.

       Üniversiteden sonra ara ara gittim yine Ankara'ya.Memurluktan Müdürlüğe geçene kadar Bakanlığın açtığı birçok sınava girdim.Maliye Kursu'na da Ankara gittim.İyi ki gittim o kursa.Kurs ve beraberindeki getiriler bana  artılar kattı.Reşadiye'den sonra Ankara'da araba kullanabilmek çok cesaret verdi bana sonrasında nereye gittiysem arabamla gidebildim o cesaretle.Bu çok önemli benim için.

         Şimdi Ankara'ya koşa koşa, seve seve gidiyorum.Hastaneye gidiyorum sıkıntısı olmuyor,yurtta kalmam gerekecek diye de gitmiyorum,önümde vizeler finaller var da demiyorum...Şimdiki gidişlerimde işimi hallediyorum sonra eğleniyorum .Akrabalarımla görüşüyorum , arkadaşlarımla vakit geçiriyorum geziyorum geziyorum...Bu arada ,Sıhhıye'den geçerken Numune'de halasını bekleyen, Kızılay'dan geçerken kursa koşturan, kurs çıkışı yurduna gitmeye çalışan, YKM önünde arkadaşını Güvenpark'ta minibüs sırası bekleyen,Konya Yolu'ndan geçerken AŞTİ'den yurduna gitmeye çalışan ,yurdun camından Konya Yolu'na bakan ,Sokullu'da bisiklete binmeye çalışan,Kızılay'ın Bahçeli'nin sokaklarında dolaşan Aslı'ları görür gibi oluyorum.Hepsi hareket halinde...Geçen hafta Kızılay'dan arabamla geçerken özellikle hissettim, gördüm o Aslıları..33 yılda nereden nereye gelmiş bir Aslı .Ankara çok şahit bu sürecime...

20 Kasım 2011 Pazar

KENARDAN EKONOMİ TAKİBİ

           Rızkın onda dokuzu ticarette denilmiş...İşletme bölümü mezunuyum ama ticaret yapma yeteneğim yoktur fakat iş dünyasını izlemeyi severim.Dragons'DEN yarışması vardı yakın zaman önce.İlginç fikir sahipleri ile onların projelerini degerlendirebilecek güçte işverenlerin karşı karşıya geldiği bir programdı ,izlemişsinizdir.Bu tür programları çok severek izlerim.Rastladıkça ekonomi programlarını da izlerim ki içeriğinde başarılı kişi ya da şirket hikayeleri olur  ilgiyle dinlediğim...

         İşletme bölümünü bana uygun bulup öneren Cemalettin Agabey 1995 yılının  ilk yarısındaki konuşmamızda ,"bu bölümü okurken ve okuduktan sonrada reklamları çok farklı izleyeceksin "demişti.Öyle de oldu.Severim ben reklamları.Pazarlama dersi alırken daha irdeleyerek izlerdik.

         Malum herşey öyle hızlı gelişiyor ve değişiyor ki...Tv de ya da vitrinlerde görüyoruz...Ev tekstili mesela...Ne güzel çizgilerde renklerde nevresimler , tüller,perdeler havlular var...Değişik şekillerde bardaklar,tabaklar,çatal bıçak kaşıklar ,avizeler...Mobilyalar...Tasarımlar muhteşem...Mimari yapılar ve de...Teknolojik gelişime zaten yetişilmiyor...Cep telefonu , bilgisayarlar ,ipad ler iphone lar...Teknik gelişim bazen beni ürkütüyor...Kullanmayı seviyorum hayat kolaylaşıyor ,güzelleşiyor ama bana ürkütücü gelen bir tarafta yok değil...Bu ihtişamın lüksün görüntüsünün ve teknolojik gelişimin ucu bucağının olmamasının karşısında sadeleşme düşüncesi oluşuyor insanın kafasında.Belki bu biraz benim gelenekçiliğimle ilgili...Bilen bilir ben biraz eskiye özellikle Osmanlı'ya bazende Selçuklu'ya takılı yaşarım.Aklımın ve kalbimin bir kısmı oralarda, geçmiştedir.Osmanlı ve Selçuklu eserlerinin fotograflandığı bir dergiye bakarken beni gören Nejla Abla  "Aslı'yı 1500 lerden çıkaramadık " demişti  :) Yine bir sabah Nejla Abla ki kendisi ciddi piyasa takipçisidir "Aslı senden siyaset ,edebiyat,tarih,sanat duyuyorum ama işletme bölümü mezunu biri olarak ekonomi nerdeyse hiç duymuyorum ,ilginç "demişti.Kendi adıma yapıcı bir eleştiri olarak görmüştüm bu cümleyi.Sonrasında bu cümlenin, biraz daha dikkat eder oldum ekonomiye ,ama tıp ya da mimarlık okuyanların müzikle ilgilenmesi gibi işletme okumuş olabilirim ama yeteri kadar ekonomiye paraya yakın olabildim sayılmaz günlük yaşamımda.Rastladığımda dinlediğim ya da okuduğum ticari-ekonomik haberler ve durumlar var tabi yalnız rastladığımda...

       Dimes...Bir Tokat markasıydı, ama şimdi....Türkiye'nin ilk meyve suyu üreticisi ve markası olan DİMES Tokat'ta bir bodrum katta şarap üretimiyle işe başlamış.Zamanla meyve suyu üretmeye başlamış.Cam ambalajdan vazgeçip karton kutuya geçince başta Ege olmak üzere tüm ülkeye yayılmaya başlamış satışları.Kaliteli ürün ve dış ambalajda prizma şeklini seçmekle satışları %80 oranında artmış.Dünyada toplam 1800 meyve suyu fabrikası içinde üretim,kapasite ve kalite açısından ilk 20 ye girmiş. En son okuduğum böyleydi hali DİMES'in.OLCA  da bir Tokat markası.Son İstanbul seyahatimde reklam panolarında Olca'nın reklamını görmek sevindirdi beni.Niksar Ovası'nın domateslerinden yapılan salçası ,kuşburnu marmelatı vs ürünleri vardır.Yanılmıyorsam Tokat yaprağıda var satış yaptığı ürünler arasında.Tavsiye ederim rastlarsanız.Ruffles'ında   ambalaj değişikliği ile yüksek ticaret hacmine ulaştığını okumuştum.Patates cipsi kırılan bir ürün olduğundan ,kırmadan nasıl taşısak sorusuna içi hava dolu paketlemeye alternatif olarak tenis topu kutusundan esinlenerek uzun,yuvarlak  agzı kapaklı kartonumsu kutular düşünülmüş ve bu şekilde yurt dışına ihraç başlamış diye okumuştum.Şimdi görmüyorum o kutulardan.Küçük değişimlerin büyük sonuçlar dogurduğu görülüyor.

          Son zamanlarda dikkatimi çekenler arasında internet ve gündem takibi ile oluşmuş elektronik ticaret platformlarından biri Gittigidiyor.com var....Sattığı malların hiçbirinin sahibi değil...Alıcı ve satıcı sitede buluşuyor ,site sahipleri sadece durumu organize ediyormuş.Oturduğun yerden ürün seçiyorsun,karşılaştırma yapıyorsun ve alıyorsun.Zamandan tasarruf....Hepsiburada.com ,Kitapyurdu.com üyesi olduğum sitelerden.İyi ki varlar hem büyük şehirde yaşayıp alış veriş yapmaya vakti olmayanlar için hemde benim gibi küçük yerde yaşayıp alış veriş yapacak yer bulamayanlar için iyi siteler..Güvenli alışverişte sonuçta.X büyüklükte sorunsuz  satış yapmışlar..Henüz işim düşmedi ama BİLETİX mesela..Saatlerce kuyrukta beklemeden azcık fazla para vererek online bilet almak,güzel bir olay ,iyi bir fikir...Anafikir yurtdışından edinme ama taksitle bilet satışı BİLETİX 'e aitmiş.Yurtdışındakilerde BİLETİX'ten görüp kullanmışlar bu fikri.Etkinlikler için  kişilere  bilet satılıyor.Çok nitelikli durumlar gibi gözükmüyor ama oldukça kar marjı yüksek işler olduğu söyleniyor.Düşünmek ,öngörmek ve uygulamak...

15 Kasım 2011 Salı

İSTANBUL

          İstanbul...Muhteşem şehir...Napolyon "para para para" demeden önce mi sonra mı demiş bilmiyorum ama "Dünya tek bir şehir olsaydı başkenti İstanbul olurdu " demiş...Geçmişi yıllar yıllar öncesine dayanan dünyanın göz bebeği,Roma ve Osmanlı Dönemlerinden sayısız  eserin barınağı İstanbul...  
          İstanbul'u tanımamda büyük katkısı olan Şeref Agabeyim sağolsun ,kendisi ve canım ablamlı ailesiyle keşfettim olabildiğince İstanbul'u...İstanbul'a gitmeden önce plan yaparım ,artık ne kadarı gerçekleşirse...
         Boğaz , muhteşem...Hiçbirşey yapmadan bir banka oturup saatlerce izleyebilirim şehrin ışıklarının  ya da gökyüzündeki Ay'ın  Boğaz sularında oluşturduğu yakamozu....gündüzse güneşin...
        Bogaz turu yapıp vapurla,  sağlı sollu İstanbul kıyılarını izlemenin tadı da ayrı bir güzel ...Hele gördüğünüz yerler hakkında az birazda olsa bilginiz varsa o tur seyre doyumsuz olur kesinlikle...Adalar'a giderken vapurda bir çay içmek Boğazın rüzgarının bir yandan yüzüne vurması eşliğinde, ve çayın yanında simit yemek ...Sonra simitinden parçalar koparıp tepende uçuşan martılara atmak , ne güzel bir andır...Adalar İstanbul'un  sakin,huzurlu mekanları...Harikulade çiçeklerle bezenmiş bakımlı bahçeler arasından çıkarken güzel bir gün yaşadığınızın sonuna kadar farkına varırsınız...Teyzem Kınalıada'da yaşadığından çok duydum kendisinden Ermeni ve Rum komşularıyla nasıl uyum içinde yaşadıklarını...Son yıllarda Ramazan ayının yaz aylarına rastlamasından Ada'da ki gayrimüslim komşularının gündüz mangal yapmayı kestiklerini ,kilisenin iftar verdiğini  , iftar vakti komşularının karşı balkondan " Allah kabul etsin dediklerini" duymuştuk teyzemden.Osmanlı hoş görüsüyle uyum içinde yaşama ,İstanbullu olmaya yakışır zarefet ve görgü eşliğinde tabi...Akşamüzeri Adalardan İstanbul'u izlemekte  güzel en az Piere Loti'de kahve içerken Haliç'i izlemek kadar...
       Eski ve tarih boyu önemli bir şehir olmasından bir sürü esere sahiplik eden İstanbul...Kız Kulesi...Çok güzel...Kız Kulesini izlerken bilinen hikayesini de düşünmek...Kurtlar Vadisi'nde Polat ve Elif'in Kule önündeki kareleri aklıma geldi.Büyük  aşka harika mekan ve manzara...Yüzlerce büyük aşka mekan olmuş İstanbul...Mimar Sinan'ın ve Mihrimah Sultan'a aşkı  mesela...
      Eski eserler;estetik ,zarafet ,özen,sağlamlık...Kuş evleri dikkatinizi çekmiştir camilerde ,hanlarda vs ...Kuşlar için ev...bazıları öyle özenerek yapılmış ki kuş evi yerine   kuş sarayı da denmesi ondan muhtemelen...Osmanlının hayvanlara hassasiyetinin ve mimarisi ile inceliğinin göstergesi kuş evleri...
      Camileri...İlk  Sultanahmet Camii geliyor aklıma...İç ve dış mimarisi ile ince zevk kesinlikle...Bildiğim kadarıyla altı minareli tek camii...Sülamiye Camii...Oda çok güzel, hepsi gibi...Kanuni'nin türbesi de cami bahçesindeydi.Fatih Cami ve türbesi...O padişahların türbesinde dua okumak ...Türbe önünde Fatih'in ve Kanuni'nin yaptıklarının zihninizden geçmesi...Atatürk'ün dediği "muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" sözünü hatırlamak...ya da geçmişim geleceğimin teminatıdır diyebilmek O insanların türbelerinin başında...Ortaköy Camii ve Ortaköy...Sultan Kayıkları...
        Saraylar...Topkapı Sarayı...Bir zamanlar padişahların yürüdüğü ,sultanların salındığı ,şehzadelerin koşturduğu zeminlerde dolaşmak, onların kullandığı eşyaları ve daha nice değerli eseri görebilmek...Bir imparatorluğun yönetim merkezinde gezinmek , o günlerin ruhunu hissedebilmek...Dolmabahçe Sarayı'da öyle...Beylerbeyi Sarayı ,Yıldız Sarayı...Çıragan...
       Nisan ayında lalelerle ayrı güzel İstanbul...Hele Emirgan...
       Farklı açılardan İstanbul'u izlerken Galata Kulesinden izlemekte ayrı güzel.Galata'nın dar sokaklarında dolaşmak...Galata Köprüsü'nden geçmek...Kadıköy'de Güllüoğlu'da baklava yemek .Önerdikleri usülle tabi ;önce tatlıyı koklamak ,bıçakla falan kesmeye uğraşmadan baklavanın şerbetli alt tabanını üst damagınıza yapıştırıp ,ımmm sesleri eşliğinde hafif kendinden geçerek yavaş yavaş yemek :)Yemek demişken Eminönü'nde deniz kenarındaki özel kayıklardan balık ekmek yemek ,Vefa Bozası içmek,Kanlıca'da yoğurt yemek ,Sultanahmet'te köfte yemek,Kadıköy'de baklava ,Ortaköy'de kumpir ,sanırım Beşiktaş'taydı waffle ,Sarıyer'de börek yemek çok güzeldi ,lezizdi :) "Aslı Börek" te meşhur bir börek yeriymiş ,henüz deneyemedim böreklerini...Ben tatlıcıyımdır ayrıca :) ama iyi börekte yerim tabi..
         Ramazan ayında Sultanahmet Meydanında ,Eyüp Cami'nde olmak..Evliyaları dolaşmak...Onlar hakkında bilgi sahibi olmak ile türbeleri ziyaret etmek çok önemli o ruhu yakalayabilmek için...Türkiye Gazetesi'nin yayınlarını takip ettiğimden zamanında, bilgim var biraz haklarında...Aziz Mahmut Hüdai Hzleri beni çok etkilemiştir mesela...
        Anadolu ve Rumeli Kavağı gibi yeşil ve mavinin kucaklaştığı alanlar...Belgrad Ormanları ....Kilyos sahilinde kahvaltı yapmak...
        Çamlıca Tepesinden İstanbul'u izlemek muhteşemdir .Gittiğimde fasılda vardı Çamlıca'da...İstanbul ve Türk Müziği...Bogaz Köprüsü ya da FSM Köprüsünden geçmek hep heyecan verici...Bogaziçi Köprüsünden bir görüntü geldi aklıma.Özal, "Semra Hanım tak bakalım bir kasette keyfimiz yerine gelsin " diyordu ya hani Bogaziçi Köprüsü'nden geçerken...29 Ekim'de köprüden yapılan ışıltılı gösteriyi Boğaz Kıyısında Köprü'ye yakın alanlarda izlemek ayrı bir şölen olsa gerek...
      İslam'ın ve tarihin derin ve büyüleyici  kokusu İstanbul'un önemli bir farkı ,etkileyiciliği...
     Müzeleri unutmayım...Sabancı'nın Boğaza nazır Atlı Köşkü'de hat sergisine gitmiştim, harikuladeydi eserler.Köşk ve köşkün konumu da öyle.1453 Panaroma Müzesi de etkileyici..Koç Müzesindeki eski arabalarda çok güzeldi.Müze kenarındaki denizaltına çıkmakta...MiniaTürk...MiniaTürk'te farkettim ben Kubbetül Sahra ile Mescidi Aksa ayrımını.Miraç olayında adı geçen Mescidi Aksa diye bildiğim yapı Kubbetül Sahra imiş.
      Yirmidört saat yaşayan şehir İstanbul...Eglence hayatı malum...Lüksün en üst noktada olduğu binalar ,oteller ,AVMler...Lüks arabalar ,güzel ve etkileyici bayanlar ve baylar...Ünlü yüzler ...Köşe başı dizi çekimleri...Büyük ve uzun binalar...Safir İstanbul'a çıkmak sonraki  seferime kaldı.
       Eski ile yeni bu kadar iç içe girmeseydi keşke...Eski daha özenli korunabilse ,korunabilseydi keşke...

7 Ekim 2011 Cuma

KADER VE İŞ

Küçükken mutlaka " büyüyünce ne olmak istiyorsun "sorusu sorulmuştur bana ama hatırlamıyorum ne cevap verdiğimi.Malmüdürü olmak istiyorum dememişimdir kesin :)

İlkokulda uzun bir dönem okuldan nefret ettim.Pazartesiden cumayı beklerdim haftasonu gelse derdim hep.Pazar akşamları ertesi gün okula başlayacak olmaktan dolayı içim sıkılırdı.Ortaokul güzel geçti.Okulu sevmeye başladım.Özellikle 2. sınıfın 2. dönemimden sonra  başarı ivmesi yakaladım.Lise zaten çok güzel geçti.Lisede iken işim sadece ders çalışmaktı.Sıcak evim, ailem...Yemek hazır ,rahat ortam...Sınıfım,arkadaşlarım,öğretmenlerim herşey çok güzeldi.Okul birincisi oldum lisede.2,5 yılda mezun olabiliyorduk o vakit.1995 Ocak ayında sanırım mezun olduk.'95 Haziranda üniversite sınavının ikincisine girip Eylül ayında üniversite okumak için Ankara'ya gittim.Gazi Üniversitesi İşletme Bölümü...Cemalettin Demircioğlu agabeyle bira konuşmuştuk.Kendisi de işletme okuyordu o vakit.Bana da önerdi bölümü,özelliklerin uygun demişti.Okudum İşletme...Arkadaşlarımda çok güzel yerler kazandılar.Şimdi maşallah çoğu güzel işlerde.

Okurken kariyer planlaması yapmadım.Amacım sadece okulu bitirmek oldu.Dersler bana pek kolay gelmedi.Özellikle iktisat bölümünden aldığımız dersler.Okul bittikten sonra hemen işe girmeye çalıştım.Maliye Bakanlığı'nda Muhasebe Memuru olarak başladım işe.Rahatlık geldi işe başlayınca.Kaç tane meslek sınavına girebilirdim ama yapmadım.İşe başladıktan sonra Samsun'da hazırlayıcı eğitimde Fakültemden bir arkadaşa rastladım.Mesut...O şuanda gelir uzmanı.Beni uyardı.Devlet Muhasebe Uzmanı ol ,sınava gir ,çok rahat edersin ,tam sana göre dedi.Aklıma yattı.Eve dönüşte biraz ders çalıştım ama bıraktım sonra.2001-2006 arası öyle geçti Reşadiye'de.O vakte üzülüyorum boş geçti diye.Yüksek Lisans olabilirdi o arada.İngilizcemide ilerletebilirdim.Çokşey olabilirdi.2006 yılının son çeyreğinde Muhasebe Uzmanlığı sınavı açıldı.2 ay güzel çalıştım.Uzmanlık sınavı sonrasındaki sınavlarda ders çalışma anlamında gerekeni yaptım hep aten.Herşey iptal sadece ders moduna geçebildim.İlk hazırlandığım sınavdı uzmanlık.80 aldım.Sözlüye hiç hazırlanmadım.Kolayda sordular ama ben cevaplayamadım ve elendim.Üzüldüm.Sonra ne yapsam derken Şeflik sınavı için eğitim açıldı.Şeflik düşündüğüm birşey değildi ama eğitim Sivas'ta olacaktı.Değişiklik olsun diye başvurdum eğitime.O eğitimde ilk defa arabamla büyükşehir içi trafiğe çıkmış oldum.Güzel insanlarla tanıştım.Sivas Pers. Müd. çalışan Ülker Abla ,Tülin ,Ahmet Bey, şef arkadaşlar...Misafirhanede birlikte kaldığımız Melek ve Fatma Ablalar ve Saliha Abla...Hepsiyle de hala görüşüyoruz.Saliha Abla sağolsun Doğanşar'a geldiğimde Jandarma Lojmanında kalmamı sağladı eşi rütbeli asker olduğundan.Burada kaloriferli evde kalmak büyük lüks ve rahatlıktır.Eğitimden sonra şefliği kazandım Başçiftlik'e atandım.Aynı zamanda Maliye Kursunuda kazandığım için Ankara'ya gittim.Kurs çok iyi geldi bana.Sınıfım ve arkadaşlarım özel ve güzel insanlardı.Hocalarım da çok değerli ve özel.Arkadaşlarımla görüşüyorum ve inş. hep devam edecek görüşmem.Hocalarımla da aynı şekilde inş.Kurstan sonra Saymanlık Müdür Yard. sınavı oldu ve öncesinde Eskişehir'de eğitimi.O sınavı da kazandım.Sonra Muhasebe Yetkililiği Sertifika sınavı...ve ardından 22 Eylül'de girdiğim Müdürlük sınavı.Şimdi Müdürlük sınavının sözlüsüne gireceğim ve inş. ünvan olarakta müdür olacağım.Geriye bakınca üniversite sınavı dahil her sınavı tek girişte kazandığımı görüyorum.Bu durumda insana sorumluluk yüklüyor.Son sınavımda yaşadım bunu.Herkes "kazanırsın " deyince bunun ağırlığını hissetmedim değil.

Bazen düşünüyorum nefret ettiğim bir iş yapmıyorum ama istediğim işi de yapamıyorum.Başarı ivmesi var evet ama ...Birde derim hep ,okul bittiğinde acele etmeseydim, kariyer planlaması yapabilseydim ve idari hakim olabilseydim keşke .Çok isterdim.Bir yıl ciddi çalışsam yapardım sanırım ,kazanırdım sınavını.O zamanki çalışmakla harcayacağım emeğin fazlasını Maliye Bakanlığı içinde yükselirken fazlasıyla harcadım zaten.Sürece yaygın emek yerine ilk baştan tek seferde daha güzel bir sonuç elde edebilirdim diyorum.Aslında kariyer planlaması yapabileceğim üniversite ve fakültedeydim.Fakültenin bölümlerinin düzenlediği kariyer günleri vardı.Bizim bölümlerden mezun kariyer sahibi insanlar konuşmalarıyla ufuk açardı.Ünlü siyasetçilerde gelirdi bürokratlarda...Hedef edinmemişim.Hüseyin vardı arkadaşım.Okul bitince kendini eve kapattı.Babasından para istemek istemedi bu aradada.Kendinden emindi ,sınav sonu işe gireceğinide biliyordu.Mahallenin bakkalından dolar borç aldı.Sınava çalışırken babasından para istemeyip o parayı kullandı .Sonra MSB Sav. San Müşt. da Uzmanlığı kazandı ve borcunu ödedi bakkala.İşinden de memnun şimdi.Akıllılarımızda vardı öyle :)

Kader kısmet işte...Buralara geleceğimiz göreceğimiz varmış...Mesela Saymanlık Müdür Yard. sınavında 85 almıştım.Kaç soru kolay olduğu halde yanıldım yanlış yaptım ve çok hayıflandım.Doğanşar'a gelebilmek için 85 gerekliydi ve ben o kadar alabilmiştim diyorum.Yaşayacağımız göreceğimiz durumlara zemin hazırlıyoruz hep.

Ne iş yapmak isterdim hayatımda?...Gündemi konuşabileceğim bir tv programında sunucu olmak isterdim en çok.Sabahları ,tv de, masamda çay ,önümde konugum ,programa çalışmışım ,gazete manşetlerinden başlayıp ufak yorumlar ve konugumla sohbetle süslenmiş bir program.En çok bunu isterdim.Gezi programı sunmakta olabilirdi.Buna da bayılırdım.Konuşabilmek içinde okumalar , gözlemler yapmak ve de...Mevzuat okumak çok eğlenceli değil ama istediğim konuda bilgilenmek için okumak güzel.İş yerimde ,çantamda,evimdeki salonumda sehpa üzerinde bir defter ve kalemim vardır hep.Okuduğum,izlediğim duyduğum şeyleri ya da aklımdan geçen bir cümleyi hemen not alırım deftere.Sonrasında bunları çevremle paylaşmak çok hoşuma gider.Yazmayı da çok seviyorum.Bunları kullanabileceğim bir iş beni daha mutlu ederdi.

Yemek yapmaktanda az biraz hoşlandığımdan lokanta ya da pastane gibi bir yerim olsun isterdim ya da bir otel işletmek..Konuk ağırlamak ,organizazyonlar falan olabilirdi.

Birlikte çalıştığım insanlar benden memnunsa işimde de bir ivmem var demektir.İşimin detaylarını başka yazıyla paylaşırım.Sevmesen kariyer ilerlemesi ve başarı olmaz zaten.İnsanın aşık olduğu işi yapması başka güzel olurdu sanırım ve bu işten ortaya çıkanlar...Özetle ,sevdiğim işi yapmak isterdim ama yaptığım işi de seviyorum...ve gelecekte süprizler olabilir...

..

27 Eylül 2011 Salı

FİESTAM

          Okuduğum kitapta bir bölümde benimsenen eşyalardan bahsediliyordu.Düşündüm ,sanırım en benimsediğim eşyam eski arabam oldu benim.Fiestam...
           Normal bir ayak yapım olmadığından sebep çok uzun süre yürüyemediğim için hep arabalarla gittim bir yerlere ...Okula,gezmeye...Büyük bir fedakarlıkla babam çok sağolsun götürdü her yere, yıllarca...Onun açısından zor birşeydi mutlaka...Benim açımdanda çok zordu.Babam bile olsa hep araba beklemek çok kolay olmadı.Babam ilçe dışında olduğunda tanıdık  birinden rica ederdi ,oda muhtemelen beni almayı unuturdu.Şimdiki gibi cep telefonu vs olmadığından okul çıkışında az beklemedim beni almaya gelmesi gereken kişiyi...Arkadaşlarıma gittiğimde tam muhabbet ortasında gelirdi babam beni almaya...O ortamı bırakıp gitmek üzerdi beni...Okul çıkışında arkadaşlarım birlikte sohbet ederek eve dönerlerken çok özenirdim onlara.Arkadaşlarımdan da bana özenen olurmuş "ne şanslı karda yağmurda her zaman arabayla gidiyor" diye.
         Üniversitedeyken harçlığımın çoğunu taksi parası verdiğim oldu.Olayın tadını da çıkarmışımdır çoğu zaman.Madem araca bağımlıyım keyfini çıkar derdim kendime.Sonraa Fiestam oldu 2004 Aralık ayında.Babam aldı geldi.Aslında Getz alacaktık ama babam Tokat'a gidince fikir değiştirmiş ,Fiesta yı alıp geldi.Baktım derin derin "bu benim mi" dedim.İnci beyazı Fiestam...Onu ilk Dönekse -Reşadiye arası kullandım.Tecrübesiz olduğum halde babam anayolda zorla verdi arabayı kullan diye.Reşadiye'ye,  geldim ama arabadan inince gerçekten dizlerimin bağı çözülmüştü, eve zor gittim :)
      Minik minik kazalarım oldu.Tamponu postanenin duvarına vurdum geri geri giderken,Hükümet Konağı'nin demir giriş kapısına sürttüm lastik üstü kısmını vs vs ...Küçük şeyler için sanayideki agabeye çok gittim.Oje gibi birşey sürer "yok birşey ,olur olur "der, babama da birşey söylemezdi :)
        Kız arkadaşlarım Şenaycığım ve Pınarcığım çok destek oldular bana çok güç verdiler kullanırken. "Sana güveniyoruz ,gayet iyisin" sözleri bana güç verdi hep.Özgür oldum...İstediğim zaman istediğim yere gittim geldim.Zamanı ben belirledim...Bu benim için muhteşem birşeydi.Özgürlük...Kendimi daha güçlü hissetmeye başladım.Artık insanları ben istedikleri yere bırakıp aldım...Hepsini Fiestamla yaptım :)Arkadaşlarımla ailemle Kelkit Çayı kenarına gittik çokça...İş çıkışı özellikle...
       İlk büyükşehir deneyimim Sivas'ta oldu 2007 de...Aynur Abla ile çıkıp öylesine dolandık ben alışayım şehiriçi trafiğe diye .
       Her sabah mutlaka Ayetel Kürsi ile çalıştırdım Fiestamı.Maliye Kursunun ikinci yarısında da Ankara'ya gittik beraber Fiestamla...Hem büyükşehir hem kış ortası , zor bir aşamaydı benim için ama kazasız belasız atlattık çok şükür.Dilekçiğim;oda arkadaşım destek oldu yanımda sağolsun.Cihancığım ve Yaseminde...Ankara'da 3 ay kullanmakla rüştümü ispatlamış saydım kendimi.Sonra kurs bitti Başçiftlik serüveni başladı.36 km uzaktaydı Reşadiye'ye.Bir iki gece kaldım orda haftada.Gidiş geliş yaptım hep Fiestamla.Sis çökmüş dağlardan geçmek, gökkuşagını görmek gibi hoş doğa olaylarına şahit olduk birlikte.En zoru karlı buzlu günlerde yolculuk yapmaktı.Kaydık yolda ama yılmadık ...Dua ede ede gidip geldik.Başçiftlik yoluna zor derken Doğanşar'a düştü yolumuz...Daha zor ve uzun bir yola...Uçurumlu,bol virajlı ,telefon çekmez,terör tehlikesi olan bir yol...Tümsekleri unutmayım...Zor yollar zor durumlar oldu ama güzelliklerde yaşadık hemde bolca.Anneciğimi götürdüm biryerlere...Ailemle gezdik...Arkadaşlarımla şen yolculuklar, geziler yaptık...Sevinçlerime üzüntülerime şahit oldu Fiestam...Annemin son yolculuğunda ambulansın peşinden onunla gittik mesela...Kariyer serüvenimde Ankara ,Eskişehir,Erzurum yolculuklarımız oldu...Acı tatlı anlarda hep yanımda olmasıyla ,bana özgürlüğü yaşatmasıyla bende özel bir yeri oldu Fiestamın...Kişilik kazandı...Başak'a gittik onunla :) Yol kaçırdık ,kırmızıda geçtik...Son ses müzik açıp şarkı söyledik...Sollamayı öğrendik...Keyifli bir sürü an geçirdik...Çoğu arkadaşım kullandı onu,sürüş rahatlığı ve keyfini yaşadılar onda...Serenaycığım ,Aslıcığım....Ahmet ve Zeynep'im...Ailem içinde özel oldu arkadaşlarım içinde...Arkadaşlarım "arabamız " derdi çok hoşuma giderdi.
      Satarken çok üzüldüm.Satmakta ağır bir kelime geliyor hepte...Dostumdan arkadaşımdan ayrılıyormuşum gibi geldi.Birçok anıma şahit olması , özgürlüğüme vesile olması ,ilk olması ve  güzel olması onu özel kıldı...Neyse ki emin ellerde :)

1 Ağustos 2011 Pazartesi

RAMAZAN

     Oruç en istikrarlı ibadetim  olmuştur...Allah kabul ederse 7. sınıftan beri oruç tutuyorum ...
  Çocukken oruç tutmuyorduk  ama mahalledeki arkadaşlarla ezanın okunmasını beklerdik sokakta.Ezanı duyar duymaz da sevinç ve coşkulu söylemlerle hepimiz fırlardık evimize...Nuran, en eski arkadaşımla oruç diyaloğumu anımsadım."Oruçta yemek yenmiyor su içilmiyormuş" dediğinde "yok canım su içilir ,sanmıyorum susuzluğa dayanılmaz" demiştim :)
     6. sınıftayken oruç tutmadım ,küçüksün, dayanamazsın dedi ailem.Sınıfta nerdeyse herkes oruç tutuyordu.Mahçupluk ve sıkılma yaşadığımı hatırlıyorum tutmadığım için.Ertesi yıl tutmaya başladım zaten...
    Ramazan ayının tadı paylaşımla ve kalabalıkla daha güzel yaşanıyor.Ailece iftar açmak ,sahura kalkmak çok güzeldi.Küçükken son dakikalar geçmek bilmezdi.Babam takvimdeki saatlere tam güvenmediğinden ezan okunur okunmaz açtırmazdı orucu."Az daha zaman geçsin, riske etmeyin ben namazda selam vermeden açmayın sakın" derdi.Ezandan sonra onun namazda selam vermesini beklerdik :) İçime işlemiş ya da alışkanlık olmuş diyeyim hala akşam ezanından birkaç dk sonra açarım ve imsakiyelerdeki vakit gelmeden 15 dk öncede yeme içmeyi bırakırım.
    Düşününce ramazanla ilgili ,annemin ev yufkasından yaptığı tepsi böreği gelir hemen  aklıma.Böreğin ortasını da hep babama verdiği :) Babamında sobanın fırınında yaptığı pastırmalı yumurta da çok lezzetli olurdu.Ramazanda  zengin sofralar değişik ve bol çeşitli yiyecekler olur sofrada...Komşu ve akrabalarla  iftar davetleri...İftar sonrası çay eşliğinde muhabbet ve de...
    Üniversite yıllarımda yurtta ramazan zordu.Finaller hep ramazana denk geldi birde .Ramazanda da ders çalışmak zor oluyordu haliyle.(Muhasebat'ta sağolsun hep ramazan sonuna denk getirir sınavları)...Yurtta  yemek kuyruğu olurdu.Sıcak çorba içemedik iftar sırasında beklerken ama oruç tutan çok öğrenci olması da sevindirmiştir beni....Kocaman masada oda ya da kat arkadaşlarımla iftar açmakta güzeldi ..Sahuru genelde odamızda yapardık.Üniversite sınıf arkadaşlarımla  iftara giderdik.Oruç tutanda vardı içimizde tutmayan da... Her zaman derin bir hoşgörü olduğundan aramızda biz hep beraber olmaktan her zaman keyif almışızdır.
         Ramazan'ın vazgeçilmezi çift yumurtalı bol susamlı pidelerimiz...Çocukken fırında sıraya girer alırdık...İftara yakın kokusu on kat daha etkileyici olur ya hani birde...
        İstanbul her haliyle güzeldir de ramazan ayında ayrı bir güzeldir...Uhrevi havası daha da belirginleşir...Bir ramazanda orucumuzu Sultanahmet'te açmıştık...Muhteşem güzellikte bir ortamdı...Osmanlı Saray Mutfağı'ndan yemekler, tatlılar, şekerlemeler de oluyor günümüz mutfağından yiyeceklerde...Ayasofya ve Sultanahmet Cami'nin büyülü etkileyiciliği , mahyalar ,tasavvuf müziği ramazanın kalbi burada atıyor hissi uyandırıyor insanda...
          Arkadaşım Hatice her ramazanda sofra takımında ufakta olsa değişiklik yaptığını , en zından bardak takımını yenilediğini söylemişti...Ramazanın güzelliğine göre yeni bir masa örtüsü alırmış ya da...Ablamda yemekte yüksek maharetini konuşturup ramazanda her gün mutlaka taze yemek yapıp, misafir sayısına göre de ölçü ayarlayıp yemeklerinden zerre israf etmiyor ya çok hayran kalıyorum ...
   
     Bol ibadetli ,bol davetli , çok çok çeşitte zengin sofralı ama israftan uzak bir ramazan yaşamak dileğimle...

21 Temmuz 2011 Perşembe

MEVSİMLER

       Her mevsimin ayrı güzelliği var denir...Bencede öyledir...Kış...Kar...Her taraf bembeyaz..Yeşil çam dallarında ayrı güzel kar ,yaprakları dökülmüş bir ağacı sarmalamışken ayrı...Bir çocuğun ailesiyle kardan adam yapmasında , yediden yetmişe herkesin kartopu oynamasında duyulan mutluluğun sebebi kar...Lapa lapa yağarken altında dolaşmak , düşen taneleri yakalamaya çalışmak ne muhteşemdir...Yağan kar üzerinde ilk  ayak izlerini bırakmak çok güzel....Elinizde bir bardak çayı yudumlarken  camdan yağan karı izlemek...
         Kış içinde yılbaşı çok özel gelir bana...ABD dizi ve filmlerinin bende bıraktığı bir etkiden muhtemelen...Bir yılbaşında ABD'de olmak isterim , NewYork'ta...Büyük şehirlerde AVM lerde yeni yıl konseptli vitrinler...Kültürümüzde  yoktur ama küresel kültür etkisi...Kar tanesi desenli kazaklar ve yılbaşı , yeni bir yıla başlamak, yeni umutlar beklentiler...Dışarda üşüyüp koşarak eve girmek sıcak birşeyler içmek istemek...Kaymak , düşmek :) Tatlı hafif düşüşler olur ya karda , çok gülerim ben :) Kendim düşsem de gülüyorum.Karlı buzlu zeminde araba kullanmakta geldi aklıma...Araba kayar, hakimiyet düşer o arada sizinde içiniz kayar...Hepsi çok güzel...
       En sevdiğim mevsim , ilk bahar ...Belki doğum ayım mayıstır ondan bu sevgi...Bayılıyorum ilkbahara...Doğanın uyanışına şahit olmak...Doğanın uyanışıyla eş zamanlı insandaki uyanış,kıpırdanma,umutlar,istekler,dilekler,heyecan duyma...Çiçeklerin kokusu , zarif ,narin görüntüleri...Bayılıyorum...Birgün inşallah Sakura zamanı Japonya'da olabilirim...Ağaçların yapraklanması ,çiçeklenmesi,arıların dolaşmaya başlaması ,yeşil bir halı serilmişçesine etrafın çimlenmesi...Yağmur sonrası toprağın muhteşem kokusu...ve yine yağmur sonrası havanın berraklaşması,dinginliği ,kuş sesleri ...Ansızın bastıran yağmur altında ıslanmak...Ve yine camdan yağmurun yağmasını izlemek...
      Sonra yaz...İzinler..Tatile çıkma...Memleket ziyaretleri,Sıla-i Rahim halleri...Misafirler...Piknikler , festivaller...Uzun günler kısa geceler...Geceleri balkon, teras muhabbetleri ,bol bol meyveler ,içecekler...Dondurma dondurma dondurma...Sokaklarda cıvıl cıvıl insan sesleri...Parklar bahçeler bir dolu insan...Ege ve Akdeniz sahillerinden görüntüler...Çok istediğim birşey,gün batımında, yamaç paraşütü ile ağır ağır , deniz üzerinden uçuş yapıp sahile inmek.ilk fırsatta inşallah... Bunaltıcı sıcağı hiç sevmem , söyleyim...Terlemeyi de...
      Sonra sonbahar...Rüzgar esince etrafa savrulan sararmış yapraklar geliyor aklıma hemen...Yazdan kalma birkaç gün  sıcak olur arada...Kasımda pastırma sıcakları mesela...Yine yağmur...Bir hüzün vardır sonbaharda...Kışa girmeden birşeyleri yapma telaşesi olur birde...
        Küresel ısınma ile mevsimlerde kayma oluşup baharların varlığını çok hissedemesekte şükür bakalım şimdilik.Küresel ısınma ile başkalaştı biraz mevsimler malum..Bir Prof.tan duyduğum ilginizi çekeceğini düşündüğüm birkaç cümleyi de paylaşayım. Lüks ve rahat hayat sürebilmek için malzeme üretiminde harcanan enerjiden  çıkan gazlar ki sera gazı ve sera gazı salınımı ile küresel ısınma...Getirisi ekstrem sıcaklık ve yağışlar, mevsimlerde dengesizlik...Birden bastıran dolu yağışından otomobil üreticileri şikayetçiymiş.Satılacak  arabalar fabrika çıkışı sıralanıp satışı beklerken yağan dolu araçların kaportasında eğimler yapıyormuş.Gecen yıl arkadaşımızın arabasında bu hale şahit olduk Doğanşar'da.Sıfır aracın kaportasında, ceviz büyüklüğünde dolu yağışından sonra ciddi eğimler;girinti çıkıntılar oluştu. .Hissedilen sıcaklık terimini çok duyuyoruz değil mi ?Nemli havalarda hissedilen sıcaklık yüksek olurmuş.Nemde ter geç kurur ya ,terimiz kurumalı ki yeniden terleyebilelim , nemde ilk ter kurumuyor ki tekrar terleyememek te sıkıntı  veriyor dedi Prof. Gece terleyince duş almak iyi ama ıslak saçla sakın uyumayın, nem yapar ıslak saç yine sıkıntı oluşur dedi.Duş al ama, yatmadan saçını kurut durumunu önerdi.Malum bilgi ,gündüz beyaz/ açık renk ve bol giymekte fayda var ; ter kurusun rahat olalım açısından...
      Sevgiler...

11 Temmuz 2011 Pazartesi

KISMET İSE...

    Bilen bilir bugünlerde "kısmet" lafını duymak pek hoşuma gitmiyor....ama herşey kısmet..
    Etkilendiğim iki olaydan bahsetmek istiyorum.İlk olayı 5 yıl önce duymuştum.İkinciyi geçen yıl.Hatırlayabildiğim kadarıyla aktarayım sizlere...
    Reşadiye Malmüdürlüğü'nde çalışırken Muhasebe Uzmanlığı sınavına girmiştim.Güzel çalışıp yazılı sınavı kazandım.Sonrasındaki sözlü sınava hiç çalışmadım.Çalışmayınca sözlü sınav kötü geçti ve sözlüde elendim.O kadar üzüldüm ki.Kendimi çok şartlandırmıştım kazandırmaya.İş yerimde öğrendim elendiğimi.Çok üzüldüm.Müdürlükteki arkadaşlarım ,Hükümet Konağı'ndaki arkadaşlarım teselli etmeye çalıştılar beni, sağolsunlar...Nami Bey, Veznedarımız geldi teselliye."Kısmet değilmiş ,kısmet olsaydı  bir şekilde kazanırdın " dedi.Sonra kendi yaşamından birörnek verdi.Nami Bey Bakanlığın yazılı sınavını kazanmış vaktiyle.Sözlü sınavına çağrılmış.Reşadiye'den Ankara'ya gitmiş.Ertesi gün sözlü sınava girecekmiş.Akşam bir bakkala gitmiş.Biraz peynir ,zeytin ,ekmek almış açlığını yatırtırmak için.O vakitler poşet yerine gazeteye sarılırmış bakkaldan alınan şeyler.Nevalesini almış Nami Bey ,yemeğini yiyeceği yere gelmiş.Paket yapılmış gazeteyi yaymış masaya ,üzerine yiyecekleri koyuvermiş.Yiyeceklerini yerken gazeteyi incelemiş.Güney Amerika'daki ülkelerden bahseden bir haber okumuş.Ertesi gün sabah kalkmış ,hazırlanmış gitmiş sözlüye.Komisyonun ilk sorusu "Güney Amerika'dan bildiğin ülkeleri say bakalım" olmuş.Nami bey sıralamış Arjantin, Brezilya,Ekvator...Kaç ülke saymış.Komisyonda şaşırmış .Cografyan çok iyi herhalde demişler.Geçmiş sözlü sınavdan...İşte kısmetinse dedi Nami Bey çıkıyor önüne bir şekilde , geçmek nasip oluyor...

        İkinci olay Doğanşar'da tanıdığım Doktor Beyden.Doktor Bey, 9 Eylül Tıp Fakültesini kazanmış.Sanırım ikinci sınıfta, okulu bırakmış nedensiz.Askere almışlar Doktor Beyi..Sıhhıye olmuş askerde de.Sık sık dağlara operasyona gitmişler.Diyarbakır civarında bir dağda operasyonda iken yanında şehit olan arkadaşları olmuş.Elinden birşey gelmemiş, kurtaramamış onları.Yardıma ihtiyacı olanlara yardım edememek çok üzmüş Doktor Beyi.Arkerde yaşadığı zorluklar çok düşündürmüş onu.
      Birgün helikopterden atılan yiyecekleri yemek için oturmuşlar.Günü geçmiş gazetelere sarılıymış yiyecekler.Doktor Beyin yemeğini yerken gazeteyi incelemiş. Gazetedeki haberde üniversitede öğrenci affı ile ilgili bir yazı dikkatini çekmiş.Bu fırsatı değerlendirmeliyim demiş okula tekrar dönebilmek için.Birliğine döner dönmez babasını aramış , Fakültesinden bilgi öğrenmesini istemiş , başvuru yapacağını söylemiş.Terhis olur olmaz hemen okula gidip başvurusunu yapmış.Sonra tüm derslerden çok yüksek notlarla geçerek okulu bitirmiş.O gazete yazısı da kısmet...
      Denir ya nasip ise gelir Hintten Yemenden nasip değil ise ne gelir elden...

4 Temmuz 2011 Pazartesi

LİDERLER VE ÖZELLİKLERİNDEN 3 -Turgut ÖZAL


           Özal'ın 13 yıllık bir siyasi kariyeri olmuş.Birçokları onu yenilikçi , cesur politik kararları alma ve uygulama becerisi olan ,aklıselim sahibi ve kararlı bir vizyoner olarak göklere çıkarmakta.Hukukun üstünlüğü ve yönetimde dürüstlükten  uzak  olarak niteleyenlerde olmuş.Yabancı çıkarların bir kuklası olarak görende olmuş  siyasal İslamı desteklediğine inananda .
          Özal  1927 de Malatya da doğmuş.Babası öğretmenlik, bankada memurluk, belediyede muhasebecilik yapmış oldukça dindar bir adammış.Annesi ilkokul öğretmeniymiş.Özal İTÜ’den elektrik mühendisi olarak mezun olmuş.Elektrik İşleri Etüd İdaresinde çalışmış.Hükümet Özal’ı ingilizcesini geliştirmesi ve mühendislik ekonomisi okuması için bir yıl ABD’ye yolamış.ABD’den teknolojik gelişim,refah,tüketim,özgürlük,bireysellik,hareketlilik anlamlarında etkilenmiş.Döndükten sonra EİEİ’de sekreter olarak çalışan Semra Özal ile evlenmiş ve böylece ikinci evliliğini yapmış.Okuldan da tanıdığı Demirel ile, ilişkilerini geliştirmiş.Demirel siyasete atılınca teknik danışmanlık yapmış ve terfi etmiş.DPT müsteşarı olmuş.O zaman kadar DPT sol görüşün elindeyken Özal’la sağ İslamcı kesime geçmiş olmuş.Özal ve  TPAO genel müdürü olan kardeşi Korkut ÖZAL , takunya giyinip ofis binasında abdest aldıkları için “takunyalı kardeşler” olarak anılmışlar.1972 de DPT den ayrılıp Dünya Bankası’na geçmiş,ABD’ye gitmiş.ÖZAL  bu arada Demirel’le yazışmaya devam etmiş,ekonomik önerilerde bulunmuş.1977’de siyasete atılmış.Demirel O’nun AP de olmasını istememiş.Özal MSP den İzmir’den aday olmuş ve İslami söyleme açık olmayan İzmir’den Parlementoya girmeyi başaramamış.’80 darbesi sonucu ekonomiden sorumlu başbakan yard. Olmuş. 24 Ocak Kararları diye anılagelen kapsamlı reform paketinin hayata geçmesinde en büyük sorumluluğu üstlenmiş.Askerlere ekonomi konusunda brifing  vermiş.1983’te Anavatan Partisini kurmuş.Kasım 1983-Ekim 1989 arası başbakan olmuş.17 Nisan 1993’e kadar da Cumhurbaşkanı olmuş.
        Otoriter annesinden çok etkilenmiş Özal. Eşi Semra ÖZAL ve gidip gördüğü Amerika, Özal üzerinde etkili olmuş.Kararlarında önündeki durumun artı ve eksilerini tartarmış.Doğru olduğunu düşündüğü şekilde hareket edermiş.Doktoriner değil pragmatikmiş.Takiyyelik yaptığı ileri sürülmüş.Hesap etme ve rasyonel kararlar alma yeteneğini mühendisliğine bağlamış.Türkiye’nin kökten İslamcılıktan uzak durması gerektiğini savunmuş.
         Özal kendine güvenen bir kişilikmiş.Ailesi hayatta başarılı olmaya önem verirmiş.Kendine güven ,bilgi ve becerisi ile öne çıkmış ve üstlerince fark edilmiş.İktidar sahibi insanlarla kişisel ilişki kurmakta zorlanmamış.Zamanla kendine güven aşırı özgüvene dönüşmüş.Duygusal tepkileride varmış.İstediği terfiyi alamazsa istifa ve çekip gitmeyi istemek  gibi.Kontrol edemediği durumlara tahammül edememiş ,hiddet ya da küskünlük göstermiş.Çok boyutlu bir kişiliği varmış.İlişkilerinde rahat ,demokrat olmasına rağmen çalışanlarına özellikle otoritermiş.Nakşibendi Tarikatına yakınlık göstermiş.’88 de suikaste uğramıştı.Eşi Sema Hnm’a çok düşkünmüş .
            Ekonomiik söylemleri ; “serbest pazar ekonomisi” ,”korumacı ve pederşahi devlete son “,”özelleştirme” ,”dünyaya açılma”..İktisadi ve siyasi küreselleşme…İktisadi liberalizm …
         Türk Parasını Koruma Kanunu’nu yürürlükten kaldırmış.İthalatta tür ve miktar kısıtlaması yetkisi kalkmış olmuş böylece.İslam ,Özal için her zaman hayati ve kisisel referans olarak varlığını korumuş.İlerleme ile gelenekleri uzlaştırmakta güçlük çekmemiş.Batılı ,modern ve Müslüman kimliklerini harmanlamış üzerinde.Dine birincil önem vermemiş.Yabancılarla siyasi ilişkilere çok önem verirmiş.
                     Körfez Savaşı ile birlikte ülke içi ve Dünya’da gücünü artırmış.Irak’a asker göndermek ve savaşa müdahil olmak istemesinden Genelkurmay Baş. Torumtay istifa etmiş.
             “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz “demiş.Cumhurbaşkanı iken partizanca davranmış.Kürt sorununun kamuoyu önünde olası bir fedarasyon alternatifide dahil olmak üzere çeşitli çözümleriyle birlikte özgürce tartışılması gerektiğini söylediğinde deülkedeki etnik tartışmalar tarihinde ilke imza atmış.Türkiye,Avrupa Birliğine tam üyelik başvurusunu Özal zamanında yapmış.İnsan Hakları konusunda cesur atılımları olmuş.ANAP ;merkez sağ, aşırı milliyetçi ve İslamcı dünya görüşlerinin erime potası haline gelmiş.Askeri harcamaların kamu denetimine tabi olması onun zamanında gerçekleşmiş.Kürt sorunuyla ilgili alternatif çözümler üretmiş ,federasyon önerisinde bulunmuş.Uyum siyaseti üzerinde durma nedeni ,uyum siyasetinin ekonomik büyümenin olmazsa olmaz şartı olan siyasi istikrarı sağlayacak olmasıymış.İşler yolunda giderse demokratik gitmezse otoriter olmuş.

21 Haziran 2011 Salı

LİDERLER VE ÖZELLİKLERİNDEN 2 - TANSU ÇİLLER

     Türkiye'de Liderler  ve Demokrasi Kitabından aldığım notlara kendi bildiklerimi ekleyerek yazmaya devam...
     Çiller ,Ülkemizin ilk kadın başbakanı.DYP genel başkanlığı ardından başbakanlık, hiç siyaset deneyimi olmayan biri için kamuoyunda şaşkınlık oluşturmuş.Akıcı ingilizcesi ,iktisat profesörlüğü ile etkileyici olmuş.'91 seçimlerinde vekil, ardından ekonomiden sorumlu bakan,'93'te parti genel başkanı olmuş.
     1946 doğumlu Çiller orta halli bir ailenin kızıymış.Vali kızı ama kitapta orta halli aile kızı denmiş.Babası karşılığını bulamamış siyasi ihtiraslarını  kızına aktarmış mütevazi bir bürokratmış.Amerikan okulu olan ve hali vakti yerinde aile çocuklarının okuduğu Arnavutköy Kız Kolejinde okumuş ve ailesinin mütevazi durumunu ve toplumsal statüsünü saklamış.Boğaziçi Ekonomi Bölümünü bitirdikten sonra ABD de lisansüstü eğitim alıp Connecticut Üniversitesinde doktorasını yapmış.ABD ye kocası Özer ÇİLLER'le gitmiş ve sıkıntılı günler yaşamış.ÖZAL Cumhurbaşkanı olunca Mesut YILMAZ deneyimsizken parti başkanı olmuşken, ÖZAL ölünce DEMİREL'in Cumhurbaşkanı olması deneyimsiz ÇİLLER'i parti başkanı yapmış.Ekonomik Oda Başkanlıkları ile yakın ilişkilerde olmuş ÇİLLER.
       Güçlü medya desteği almış ÇİLLER.Yalım EREZ TOBB un bütün gücünü ÇİLLER için seferber etmiş.Sonuçta da EREZ Sanayi ve Teknoloji Bakanı olmuş.ÇİLLER'i DEMİREL, akademik açılım yapmak maksatlı partiye çağırmış ama sonrasında bu teklifinden pişman olmuş.DEMİREL'den destek alamamasına rağmen ÇİLLER bu durumu umursamadan parti başkanlığına aday olmuş.Demirel, Cindoruk gibi adayları kendisine güçlü rakip oluşmasını istemediğinden desteklememiş.
         Muhafazakar popülizm,ekonomik liberalizim,Kürt sorununda askeri zafer için askere yakın durma stratejileri olmuş ÇİLLER'in.PKK ile mücadelede güvenlik güçlerinin devlet destekli suç örgütleriyle işbirliği yapmasının yolunu açmış.PKK ile mücadelede sert yöntemler uygulanmış.Refah Partisi ile koalisyon modernlik anlamında iyi karşılanmamış.Laik medya ,Çiller'in serveti,karakteri,liderlik üslubu ve siyasi davranışlarını hedef alan ve onun siyasi popülaritesini adamakıllı zayıflatan kitlesel bir saldırı başlatmış.Tutamayacağı sözler vermiş kanıtlayamayacağı iddiaları olmuş ÇİLLER'in.
           Meral AKŞENER, ÇİLLER'in yakın arkadaşı olmuş.ÇİLLER yalancılık ,vefasızlık ve güvenilir olmaması yönünde eleştirilmiş.Otoriter ama kendine güvensiz olduğu söyleniyor.Geçinilmesi zor insanmış bu yüzden.Demirel "baba " idi Çiller'de "ana " ve"bacı" imajına sarılmış.Erkek fantezisinden uzak onurlu ve dokunulmaz kadın kategorisinde olmuş.Liderlik üslubu iyi bulunmamış.Demokrasiye önem vermediği hatta olumsuz etkilediği söyleniyor.Duruma göre politikalarını ve söylemini değiştirip gerektiğinde her bedeli ödeme pahasına iktidarda kalmaya çalıştığı yazılmış kitapta.Yılmaz-Çiller husumeti bilinen bir gerçek zaten.
          PKK'nın ABD tarafından terör örgütleri listesine alınmasını sağlamış.Avrupa Birliği ve Gümrük Birliği antlaşmaları imzalanmış döneminde.Susurluk olayı sonucu yaşanan 28 Şubat süreciyle post modern darbeye maruz kalmış.Demirel o vakit  RP- DYP koalisyonu ile ordu arasında bir tampon gibi hareket ederek bunalımın tam bir askeri müdehaleye dönüşmesini önlemiş.

19 Haziran 2011 Pazar

DOĞAL TATLILAR

             Meyveleri çok sevenlerdenim...Küçükken köyde ya da Reşadiye'de meyve ağaçlarına çıkardık.Köyde hala ihtişamıyla duran elma ağacına çıkardık en çok...Ne kadar üst dallardan meyve koparabilirsek o kadar makbuldü...Bir iki ısırdıktan sonra kalanını da atardık elmanın...Köy ortasındaki armut ağacının  dibine koşar,yerde, aralardan derelerden düşen armutları bulmaya çalışırdık.Küçük ama çok tatlı armutlar...
          Taşlayarak meyve düşürmenin zevki de ayrıdır.Emek sonu meyve yemek daha hoş tabi , o meyve de daha tatlı haliyle...
          Vişne ağacıda vardı köyde ama mezarlıkta...Korka korka girerdik mezarlığa..."Dallardan kopardığımızı yiyebiliriz ama düşen vişneler mezarlıkların hakkı" denirdi , yere düşeni alamazdık.O vişnelerden tat aldığımı söyleyemem , sadece her çocuk yiyorken yememek , mezarlığa girmemek ;korkmak yani  olmazdı :)İlçedeki evimizin bahçesinde dut agacı çoktu , ayva da vardı.Hastane lojmanındaki evimizin bahçesinde de bolca kiraz ve vişne vardı...
           Sevgili babam da çok severdi meyveyi...İyi yapanın iş üzerine kalır ya , yıkanmış meyveler babamın önüne gelirdi akşamları...Yemek yenmiş , muhtemelen çay içilmiş , izlenecek program başlamışken meyve tabağı gelir salona ve babamın ellerinden öperdi.Hala da öper :)Dilimleyerek ,soyarak bize paylaştırırdı babam.
           Eskiden, tropikal meyveler yeni ülkemize gelmişken , ilk kivi aklımdadır, ve sanırım rahmetli Özal önermişti ülkeye ;babam almıştı.Yıkadık getirdik sonra babamın kiviyi soymasını izlemiştik.Bize paylaştırdı, yedik :) Pahalıydı , kilo kilo alınacak halde değildi kivi o vakitler...
           Muzu aman aman pek sevmem , olsa yarım yiyebilirim.Pastaların vazgeçilmez süsü , muz :)Üniversite de yurt oda arkadaşım,Ayşeciğim , Antalya Gazipaşalı idi.Ailesi olmamış muz yollamıştı kocaman bir salkım.Boş dolaplardan birine koymuştuk o salkımı.Her akşam durduk yerde olgunlaşmış muzu seçip koparıp yerdik Ayşeciğimle....
           Kirazı çok severim , çok hemde...Haziran ayında Amasya'da ana yol kenarında dalından yeni koparılmış kirazları yemek ayrı güzelliktir.Kirazı çok seven ablam bugün İstanbul'a giderken bir kasa kiraz almış Amasya'da :)Tokat'ımın ve Amasya'nın meyve bahçeleri meşhurdur...Ankara'ya giderken Amasya'dan ya da Turhal'dan geçmek güzeldir.Nerdeyse km başı taze meyve satıcıları vardır;kiraz,elma,şeftali...DİMES Tokat markasıdır malumunuz.Kalitesi de aşikar...ve Tokat'ın güzel meyvelerinin suyu DİMES'te.Tokat'ta şeftali bahçesi de çok.Kokusu cezbetmişti zaten bahçeye girince  , daha şeftaliyi yemeden önce.
        Eskiden daha tatlıydı tabi meyveler.Daha lezzetli , daha kokulu...Bursa şeftalisi...Ne güzel kokardı , ne lezzetliydi.Ankara armudu birde.Sulu sulu , tatlı&sert halde, dolaptan yeni çıkarılmış buz gibi halde yemek birde...Şimdi o tadı alamıyorum.Artık genetiğiyle mi oynandı , hormonlu mu, nedir nedendir bilmiyorum...
        Çilek....Adı bile çok hoş gelir kulağa.Çilek , kiraz; kız isimleri olarak duydum :)Babam köydeki bahçeye 3-4 yıldır meyve fidanı dikiyor.Vişne ağacı bol meyve verdi şimdiden.Çileklerde bol veriyor.Dalından koparıp yemenin zevkini yaşıyoruz şükür hala.
        Karpuz...Özellikle pikniklerin vazgeçilmez meyvesi....Pikniğe gittiğimizde çeşme peteğine ya da akan suyun içine karpuz hemen konulur.Meyve yemeğe sıra gelene kadar karpuz orda buz gibi olur.Dilimlenip,kesilip çatalla bıçakla da yiyebilirsin ama ,payına düşen dilimi eline alıp bir köşeye geçip karpuz yanaklarına yapışıp çekirdeklerini püskürterek yemeninde tadı ayrıdır.Ayrıydı yani , çocukken...Kavunda güzeldir.Hoş kokar...İkisinin özelliği iyi mi kötümü kesince belli olmaları...Sevgili Hatice yine üniversitedeyken memleketi Diyarbakır'dan karpuz getirtmişti tatmamız için...
       Üzümde güzeldir.İzmir'in çekirdeksiz üzümü özellikle...Eskiden köyde üzümle ekmek yemek güzel bir seçenekmiş.
        Erik , severim...Hamilelikte aşerenler yeşil eriği çok isterlermiş ya...Şimdi artık yok yok .Her meyve her mevsim bir yerlerde satılıyor.Her meyveyi kendi mevsiminde yemek daha güzel tabi.
         Şeref Ağabey , ablamın eşi ,zevklidir maşallah.Bir hasta ziyaretine gidecekken aklına bir fikir geldi.Hasır sepet aldı Eminönü'nden.Ananas, muz,elma, vs meyvelerle doldurdu sepeti.Dışını jelatinledi , süsledi , çok güzel bir meyve sepeti oldu.Hasta ziyaretine gittiğinde masaya bırakmış sepeti , evdekilerin gözü sepette takılı kalmış :) çok hoşlarına gitmiş.
         Portakalı da çok severim.Suyunu da severim.Atom  deniyor ya, birkaç meyvenin suyu bir arada , bir bardakta...Ne enerji ,ne tat ...Evde de yapmak mümkün  katı meyve sıkacakları ile...Onun da temizlemesi zor, katı meyve sıkacağının yani...
         Manavlarda ya da büyük marketlerdeki meyve reonları  ne güzel gözükür.
         Elma , en çok tükettiğim meyve....Her gün iki tane...Ara öğünlerim iş yerimdeki :)En çok sevdiğimde yeşil elma...
         İncir....Yaş incir...Aydın 'ın inciri...Halamın bahçesinde incir ağacı vardı.Kana kana yerdik.Çok tüketildiğinde ağız çevresini yakıyordu öyle anımsıyorum.
          Kış akşamları, yemek sonrası , muhabbet ortası ,dizi başında da meyve  yemek güzel ; yaz akşamları balkonda, terasta akşamın serinliğinde yine muhabbet eşliğinde meyve yemekte güzel...Bazen işyerinde bazen yolculukta, meyve yemek her yerde güzel, dalından koparıp yemek ayrı güzel..
           Kayahan'ın şarkısı var dı ya aklıma geldi"dallar kiraz hava sıcak yaz canım "...
           

22 Mayıs 2011 Pazar

SİYASİ LİDERLERİN ÖZELLİKLERİNDEN -1

                 Siyasi haberleri takip etmeyi seviyorum...Lider özelliklerini inceleme ve irdelemeyi de seviyorum...Yönetici vardır lider vardır denir ya...Google'a küçük bir bakış atınca yönetici ve liderle ilgili gözüme takılanlar ;Yönetici; mal ve hizmet üretimi için üretim faktörlerinin bir araya getirilmesini yöneten kişidir.Lider;topluma yarar sağlayan değişimi yönetmek için, sorumluluğu; sezgi, zeka ve bilgiye dayalı karar ve uygulamalarla taşıyan kişiye lider denir. Lider; elindeki gücü kullanabilme kapasitesine bağlı olarak, çevresini etkileyen kişidir. Gerektiğinde aldığı zor kararların ve sonuçlarının ardında durmasını bilir.
            Lider, insanın başkalarından aldığı bilgilerle bilgili olabildiğini, ancak sadece kendi aklı ile akıllı olabildiğini bilir. Bu nedenle çevresine danışır ancak son kararı hep kendisi verir, şüphesiz tüm sorumluluğu alarak...
           Temel yaklaşım olarak; çevresinde bulunan bireyleri hitabet gücü, sahip olduğu bilgi ve vizyonu ile etkileyip, sürükleyen bir yapıya sahiptir. İnsanları dinler ve anlamak için özel çaba sarf eder. Çevresindeki herkesin en iyi yanlarını geliştirmelerine olanak sağlayacak olumlu değişim ve sürekli öğrenme ortamları sağlar. Sahip olduğu güçlü sosyal değerler sayesinde çevresinde yarattığı “karizma” sahip olduğu örnek kişilik ve tutarlı davranışları, diğer insanlar için etkin bir rol modeli olmasına yol açar.Türkiye'de liderlerin ,bir kez parti başkanlığına geldikten sonra ,çoğu zaman üst üste gelen seçim yenilgilerine rağmen partilerinin başında çok uzun süre kalabilmeleri parti liderlerinin kişisel güçleriyle örgütlerin güçsüzlüğü arasındaki uçurumun önemli bir göstergesidir.

             Metin HEPER'in " Türkiye'de Liderler ve Demokrasi " adlı kitabından aldığım notları paylaşmak istedim.Kitapta Cumhuriyet döneminden bu tarafa Türkiye Siyasetine yön vermiş liderler var.Çoğu duyduğumuz özellikleri olabilir liderlerin ama bilmediklerim çoktu benim.Bahsi geçen ilk lider  Atatürk.
             "Hürriyet ve İstiklal benim karakterimdir." demiş ,bilirsiniz bu meşhur sözü.Çokta güzel bir söz , çok beğendiğim...Annesi yeniden evlendiğinde ,babasız bir evin tek erkeği olma statüsünü kaybetmektense evi terk etmeyi seçmiş Atatürk.P.Loraine Atatürk'ün önemli bir noktayı önemsiz olanlardan  -tereyağından kıl çeker gibi -ayırabilme kapasitesini nakletmiş dikkatini çeken özellik olarak.Realistliği,durumun ne olduğu ve ne yapılacağını görme yeteneği yüksekmiş.Cesareti tedbirlilikle el ele giden bir cesaretmiş.Tedbirli ve cesaretli.Hedefini daraltıp riske ancak kaçınılmaz olduğunda girermiş.Kendi zaferi uğruna emri altında çalışan astlarını ve eratı kurban etmemeye daima özen gösterirmiş.Keyfi zulüm yapmamış, devrimleri benzer devrimlere göre daha az cana mal olmuş.Özel yaşantısına özensizmiş ama.Gergin ve utangaç biri olarak özellikle kadınlarla eşit ilişkiler sürdürmekte zorlandığından ,rahatlamak için zaman zaman içkiye başvurmuş,öyle diyor yazar.Dini, kişisel tercih,ahlaki değerleri, kutsal olarak görmüş.Annesine karşı görevlerine düşkün iyi evlat olmuş.Çevresinde hep yapılan hizmetleri unutmamış ve ödüllendirmiş.Boşandıktan sonra eski eşine saygı gösterilmesine ve ailesinin bu boşanmadan zarar görmemesine özen göstermiş.Ettiği haksızlıkları telafi yoluna gitmiş.İçki ile sağlığını mahvetmiş malesef sevgili Atamız.Acele etmez,adım adım ilerler,büyük planını  ancak bunu uygulayabileceği bir konum olduğunda açıklarmış.Karar vermeden önce görüş alır ,ardından kendi düşüncesini oluşturur ve kararlarını uygulamaya geçirirmiş.Yukarıdaki lider tanımına da uyuyor Atamız bu özelliğiylede.Yardımcılarına nasıl yetki verip harekete geçireceğini bilirmiş.Yanında çalışanlara sorumluluklarını yerine getirmede geniş biir alan tanıyıp önemsiz ayrıntılarla kendini meşgul etmezmiş.Onun için savaşma siyaset ve diplomasinin sadece elzem bir uzantısıymış Cephede geçirdiği süre toplamda neredeyse üç yılmış.Yazar hangi savaşta ne kadar zaman geçirdiğini yazmışta ben topladım.İnsanları bir araya getirme yeteneği ve halkı büyük amaca ikna etme çabası varmış.
            Kitapta ele alınan ikinci lider İsmet İnönü.
           Hem muhalefette hem iktidarda iken ciddi bir siyasi ağırlığa sahip olmuş ,elli yıllık aktif siyaset hayatı boyunca.Atatürk ve İnönü birbirlerini tamamlamışlar.İnönü çoçukluğundan beri işitme zorluğu çekmiş.İşitme kaybı nedeniyle resmi yemeklere konuşmalara katılmak yerine kendi düşüncelerine dalmış.Hiçbir zaman önemli kararları sorunu kapsamlı bir şekilde araştırmaksızın vermemiş.Öz disiplin,kararlılık ve cesaret İnönü'nün başarılı bir askeri kariyere sahip olmasına ve bunun sonucunda da büyük özgüven kazanmasına sebep olmuş.Sağlam özgüveni sayesinde kendini alaya alır alçakgönüllü tavırlar sergilermiş.Başarısızlıkları ve eksiklikleri konusunda dürüstmüş.Uzmanlığa değer verirmiş.Özgüveninden ötürü sakin kalabilen biriymiş.Akılcı karar alabilmek için sukunetin gerekli olduğunu düşünürmüş."Kendimi sakinleştirdikten sonra düşünür yapılması gerekeni bulurum" demiş.Dengeli yaklaşımları olan sağduyulu biri imiş.Acele etmezmiş.Madalyonun iki yüzünüde görürmüş.Her zaman yanında küçük bir Kuran-ı Kerim taşırmış.Özgüvenli  ve bilgili olduğundan fikirlerini özgürce savunup başkalarından bağımsız hareket edermiş bazen Atatürk'ten bile :)Yanılabileceğini söyler,hatalarını tekrarlamamaya çalışırmış ve hataları konusunda açıkmış.Başkalarını eleştirirken amacı hatalarından ders almalarını sağlamakmış.Takriri Sukun Kanununu çıkardığında "Devlet eşkıyaya ödün vermez sözü " akılarda kalmış.Otoriter olarak nitelendirilmiş ama bunu gerçekten koşullar gerektirdiğinde yapmış.Milli Şef lakabını almış.1925-1938 arasında Kürt İsyanları gerçekleşmiş.Hep yaşadığı an ile meşgul olmuş.Adnan Menderes'e verilen idam cezasının hafifletilmesini istemiş ama netice alamamış.Başkasının görüşüne başvurur ama kendi kararını alırmış.Atatürk'e çok saygı duyarmış ama mesafesini hep korumuş.Üstlere karşı sanırım bir mesafe gerekli , samimi olsan da mesafe gerekli bilgisi ile karşılaşıyorum hep."Özgür ülkelerde insanlar düşüncelerini ifade etmekte özgürdür.Böyle tartışmalar serbest rejimlerin önemli bir yönünü oluşturur.Öte yandan bu tartışmalarda ifade edilen görüşler tahrik edici olmamalıdır özellikle de şiddete sebebiyet vermemeli ülkenin huzurunu bozmamalıdır"demiş.Bu deyişin özüne şimdiki siyasiler dikkat edebilse. Çatışma sonucu karşılıklı ödünler verme ile sağlanacak kamu yararını;İngiliz Siyasetini benimsemiş.Soğuk ve mesafeli imiş çevresine İnönü.
           

15 Mayıs 2011 Pazar

PAZAR VE KAHVALTI

          Hatırladığım ilk pazarlar ilkokul zamanıma denk geliyor.Sabah kahvaltı sonu hemen tv başında alırdık soluğu.Voltran vardı hatırlarsınız.Kollar,bacaklar gövde oluşsun bende başını oluşturacağım denip parçalardan Voltran Robotu oluşurdu elinde ışın kılıcıyla.Sonra Pazar Konseri başlardı Hikmet ŞİMŞEK yö netiminde.Ardından da genelde Vahşi Batı konsepli pazar sineması başlardı.Sonrası sokak ve oyunlar :) Pazar günü banyo günüydü aynı zamanda.Mutlaka pazarları banyo yapılırdı.
       Lise yıllarıma geçince pazar günleri koşturmacalarıyla farklılaşmaya başladı.Ödevlerimi pek pazar günlerine bırakmamaya çalışırdım.
        Pazar gününde en sevdiğim olay pazar kahvaltısı olmuştur.Pazar kahvaltılarında malumunuz daha ayrıntılı özel şeyler yapılıp getirilir sofraya...Börekler,kızartmalar,salatalar,menemenler hatta pastalar....Fazla acele etmeden ,rahat rahat uzun sohbetler eşliğinde hoş pazar kahvaltıları...Kışları soba fırınında ekmek hazırlardı annemle babam.İnce dilimlenen ekmeklere tereyağı sürülüp üzerine çökelek dökerlerdi ve fırına sürerlerdi.Bazende kaşar ya da köy peyniri.Sucuklu ya da pastırmalı yumurtada tepsiyle sürülebilir fırına.Emin olun tadı çok başkaydı.Yazları yaptığımız köy kahvaltılarımız da geliyor aklıma.Kalabalık grubumuza  çeşitli seçenekler...Yazları Zeynepçiğim ve Ahmet'imin olması sofrada ayrı güzellikti.Ay-yıldız desenli çatalla ben yemek yiyeceğim kavgası ve annemin olaya müdehalesi...Köy olunca taze kaymak,taze süt, taze yumurta kaçınılmaz olur zaten kahvaltılarda...Köyde pazar kahvaltısının farklılığı babamında yanımızda olmasıydı.Hep beraber maaile cümbür cemaat kahvaltı...Şimdi pazarları ben konuk oluyorum köy kahvaltılarına Doğanşar'dan giderek :)...
      Üniversite yıllarıma gelince , Ankara'da , halamların minik bahçesinde incir ağacı altında etrafı izleyerek yaptığımız kahvaltılar geldi aklıma..Amcamların balkonunda Şuleciğim, Büşracığım ve Ayşe Abla ile yaptığımız pazar kahvaltıları,onlarda özeldi...Laf lafı açar açar açar...Yurtta kaldığım için üniversite yıllarımda,evde kahvaltıların tadı çok daha özelleşiyordu o vakitler.Yurtta pek kalmazdım haftasonları.Kalmışsamda muhtemelen sınav zamanıdır.Oda arkadaşlarımla ya da kat arkadaşlarımla birlikte inip yemekhaneye beraber kahvaltı yapardık pazarları.Hele birde evden yeni gelmiş, kek börek getirmiş biri varsa ya da kargo ile kolisi gelmiş arkadaşımız o pazar kahvaltılarımız daha güzel olurdu.
       Pazar kahvaltıların güzelliği, uzun ve özenli hazırlık sürecinden sonra, acele etmeden rahat rahat yemekte sanırım hazırladıklarını...Pazar kahvaltılarının güzelliği  belkide güzel yiyeceklerden daha çok güzel sohbettedir ne dersiniz?
       Zamana göre değişimler oluyor herşey gibi pazar kahvaltılarında da...Dışarıda kahvaltı kültürü ...Şuleciğimle Mogan Gölünde, harika bir havada, gölün hemen kenarında, semaverde çayla birlikte yaptığımız kahvaltının tadı damağımda hala.Güneşin göl yüzeyine vuruşunu ve etrafta uçuşan kuşları izlemek te pazar kahvaltımıza ayrı güzellik katıvermişti.Olaya asıl güzelliği ve zenginliği bizim duygulu ve espirili konuşmalarımız veriyor tabi...Öveçler Victoria'nın brunch'ınıda övdü kuzen...Bir daha ki gidişimde gideriz inşallah...
       Pazara denk gelmese de Emirgandaki laleler arasında kahvaltının güzelliğinide demeden geçmek istemedim.
     Evdeysem eğer kahvaltı sonu koşturmaca başlar...Pazarın büyüsü kahvaltı sonu bozulmuştur sanki...Haftasonu, pazar kahvaltısından sonra, sona yaklaşmaya başlıyordur.Reşadiye'deyken her pazar  yemek yapmaya çalışırdım.Öğrendiğim şeyleri denerdim ya da bildiklerimi yapardım.Pazar akşamlarının yemeği benimdi.Çalıştığımdan haftaiçi yemek yapamıyordum.Yapmaya yapmaya köreldiğimi fark edince en azından her pazar yemek ya da pasta börek yapayım dedim.Yaptığım pasta-börekten ertesi gün iş yerime götürürdüm, hemen yemelerini ve fikirlerini söylemelerini isterdim Nejla Abla ve Muhterem Ağabeyin :)
      Pazarları kahvaltıdan sonra tv izlemenin keyfide güzeldir şöyle eline çayını kahfeni alıp...Pikniğe gittiğimde çok olmuştur pazarları....Kalabalıklar içinde ya da yoğun iş temposunda kalmışsanız haftaiçi ,pazar gününü evde yalnız ve sakin geçirmekte güzel olur başını dinlemek için...Bu durum hariç pazarların güzel geçmesi için yanında sevdiğin insanların olması gerek diye düşünüyorum;ailenden ,dostlarından,arkadaşlarından birilerinin...
      Mutlu pazarlar...

7 Mayıs 2011 Cumartesi

ÇOCUKLUK, KÖY VE DOĞAL BESLENME

 
     Çoçukluğum İlçem Reşadiye'de yaz aylarında da köyüm Kabalı'da geçti.Okul kapandıktan birkaç gün sonra giderdik köye.Okullar açılmadan bir hafta önce de dönerdik Reşadiye'ye. Kuzenlerim, arkadaşlarım ve farklı illerde ikamet eden köyümüz çocuklarıyla yazları buluşurduk Kabalı'da...
           Bitirdiğimiz sınıfa göre tatil kitapları, hikaye kitapları ve romanlar olurdu  elimizde ...Piknikler yapardık dere kenarlarında...Çamura şekil verip minik tencere tabak haline getirir, otları poşetlere doldurup minder yapar  evcilik oynardık...Köy bakkalını açık bulursak aramızda birleştirdiğimiz paralarla yiyecek birşeyler alırdık.Ne zevkliydi çekirdek çitletmek hep beraber...
          Hatırlıyorum , kardeşim ve kuzenlerimle birlikte beş çocuk, bindiğimiz tahtalı salıncağın ters dönmesiyle sırt üstü düşmüştük sert zemine .Başımı ve belimi yere vurmanın acısını o anı yad edince hala hissederim .
          Evimizdeki televizyonda sadece TRT 1 yayını vardı.İzlediğimiz çizgi film başladığında bizim evde tv başında olurduk hep beraber.
           Kuşburnu toplamaya çıkardık.Elimiz kolumuz çizilirdi dikenlerden.Ağaç başlarından inmezdik.Dalından  meyve koparıp taze taze yemek ayrı zevkti.Ağaçtaki cevizleri taşlayarak düşürüp, ceviz beyaz ve kıtır haldeyken , bıçakla oyardık.Ellerimiz, cevizlerin dışındaki yeşil kabuğun suyundan kapkara olurdu zamanla.
         Ekinler toplanıp  harmanda yığın haline getirilince, samanlık çatısına çıkar  o yığınların üzerine atlardık.Ekin sapları batardı atlayınca ama kendini çatıdan boşluğa bırakmak hoş bir duyguydu...
     Kağnıya bindiğimizi de anımsıyorum.Gırç gırç ses çıkardı kağnı giderken ve çok yavaş ilerlerdi tabi...Çeşmeden bakraçlarla su getirdiğimiz de oldu.Musluğu açınca su akmıyordu evvelden köydeki evlerimizde...Çeşme başında oynarken peteğin içine düşüp sırılsıklam ıslandığımda oldu...
      Tavuklar yumurtladıktan hemen sonra, sıcacıkken yumurta, gidip onu almak ta bir güzellikti.Civciv oluşma sürecini gözlemlemek te...Yeni doğmuş buzağı görmek...Hepsi çok güzeldi...
           Cuma akşamları babamın ilçeden gelip bize katılmasını beklerdik.Akşam altı gibi minibüs yolu gözetlerdik.Babam çikolata, gofret ,sakız ,şeker vs getirirdi.Koli ile gofret...O kadar çok çocuktuk ki, ancak koli paklardı bizi...
          Ağustos sonu eylül başı geldiğinde bahçe bostan toplanırdı köyde.Fasulyeler kurutulurdu ya da konserve yapılırdı.Elmalar, erikler armutlar toplanıp reçel yapılır ya da kurutulurdu.Kuşburnu pekmezivazgeçilmezdi.Erişte ve tarhana yapılırdı komşularla...Patatesler toplanırdı.Çökelikler, peynirler, turşular yapılırdı.Buğdaydan un, bulgur vs.. .Üzüm yaprakları salamura yapılırdı.Arılardan bal alınırdı,  cevizler toplanırdı. Arkadaşlarla ceviz toplayana yardıma giderdik.Toplamaya yardımcı olan çocuklara ceviz verilirdi .Bulgur kaynatılırdı girge denilen kocaman kazanlarda.Kaynatılan bulgurlar düz zeminde çullar üzerine kurusun diye serilir çocuklarda havyanlar yemesin diye sergi başında beklerdi.Hoş bir gelenek hatırladım;tarlada ekin biçenlere, öğle için yemek yapılıp ,ikindi de çay götürülürdü. Üç kişi çalışırsa  beş kişilik yemek, çatal, kaşık, bardak götürülürdü ki "bir müslüman daha gelir yer içer "denirdi.Yan tarladaki ırgat davet edilirdi mutlaka tarlaya en yakın ağaç gölgesinde çay içip yorgunlık gidermeye...
               Pişen sütü taşırmama görevi verilirdi evde.Süt pişer pişmez sıcak sıcak içerdik. Kaymağını toplar biriktirirdik kahvaltı için.Klasik cümle olacak ama herşeyin tadı bambaşkaydı o zamanlarda...Doğal beslenme oranımız yüksekti ...Kışlık çoğu yiyeceğimiz yazdan yapılırdı zaten.Reşadiye'deykende sütçümüz olduğundan ev yapımı yoğurt yerdik.Yoğurt ve peynir benim vazgeçilmez besinlerimdir zaten.Şimdi Gerede'de da ev yapımı yoğurt yiyebiliyorum.
            Köyle bağımız kopmadı...Yazın köye gittiğimde dalından salatalık, domates, biber koparıp, kahvaltı sofrasında taze taze yemenin zevkini yaşıyoruz şimdi.
           Gurme Vedat MİLOR bir programında Suriye'ye gitmişti.Çölde bir cafe gördü,ekibiyle bir çay içelim diye girdi salaş cafeye...Ummadığı güzellikte ve doğallıkta bir kahvaltı hazırladılar MİLOR'a hemde çöl ortasında...Koyun sütündün ürünler  en başta yer etti sofrasında..."Ülkem için üzüldüm" dedi MİLOR..."Zenginliğimiz sönüyor,fabrika ürünlerine yöneliyoruz/yöneldik.Meyve sebze doğallıktan uzaklaştı.Tadı, tuzu, kokusu kaçtı ürünlerin.Doğal ürünlere ulaşmak özel emek gerektirmeye başladı" dedi...İkamet alanlarım itibariyle doğal besin yiyebilmek açısından ben şanslıyım sanırım...
         Köyümüzde okuma oranı yüksek.Çok memur var.İş dolayısıyla insanlar köy ve ilçe dışındalar o yüzden.Çocuğunu okutmak için, iş bulmak ya da başka şekilde şehrin imkanlarından faydalanmak için insanlar köyden uzaklaşmış.Sanırım köyün kayıtlı nüfusu 3000 üstü.Göçte olmasa herkese bir avuç yer düşerdi..Seksen kadar hane vardır köyde ama kışın on evde ancak insan kalır.Bir sebeple insanlar köyü terk etmişler ama bizim gibi köyden de vazgeçememişler...Yeni ve güzel bir sürü ev yapıldı köye.Yazları deniz tatili yerine köyüme gideyim ben diyen aile çok fazla ya da tatilini deniz ve köy diye bölen .
        Köydeki evler dolunca yazın, o vakitte köyde yaşayıp doğal ürün elde eden aileler ürünlerini yok satıyor :)Yoğurt, yumurta sırası oluyor.Doğal ürünle besleneyim diyen çok, doğal ürün yapan az...Arzın azlığına karşın çok talep var.Talep arzını yaratmalı ama , nasıl olacaksa.
       .
         Sevgiler...

1 Mayıs 2011 Pazar

SOSYAL AĞLAR VE BEN

       İnternetle ciddi tanışıklığım, işe başladığım 2001 yılında, Muhasebat'ta Say2000i sistemin devreye girmesiyle birlikte, çalıştığım muhasebe servisine internet bağlantısı kurulmasıyla başladı.İlk adresimde yine Muhasebat'ın verdiği basli@muhasebat.gov.tr adresidir.Çalıştığın kurum uzantılı e-mail adresine sahip olmanın verdiği hoş bir ayrıcalık vardır ya, bunun o an bilincinde değildim ben.
       Adresim olunca outlook'tan e-mailler almaya ve göndermeye başlamıştım.Daha sonra eski bir ilkokul arkadaşımda hala kullandığım hotmail hesabımı açmıştı. Msn yi de kullanmaya başladım o zaman.Çok ilginç  ve güzel gelmişti msn .Anında yazışmanın keyfine vardım ,e-mailden öteye geçerek...
       2007 Aralık'ta Ankara'da Maliye Kursu'ndayken çokça duyduğum Facebook için "neymiş bu bakalım" diye hesap açmıştım.Msn 'de albümler yaptım sonra.Facebook'a çabuk ısınamadım.Isınıncada msn'nin biraz papucu dama atıldı zaten.Fotoğraf albümlerim Facebook'a kaydı mesela.Msn'yi daha çok dosya paylaşmak için ve hotmail için kullanmaya başladım.
        Geçen kış sonu Twitter'ı keşfettim , yönlendirmeyle keşfettim daha doğrusu...Sevdimde...Twitter'da,Facebook'ta Msn'de hayatımda şuan .6-7 yıldır evimde de net bağlantısı var.Artık telefonumda da olduğumdan, net bağlantısı hep hayatımda.Uzaktakiler yakınım oldu böylece...
      Teknoloji ile yakınlığım; tevellütü bana yakın olanlar bilir, sayısalcı sözelci ayrımını.Ben aradaki ,Türkçe -Matemetikçi kısımdan  yani orta alandan  olmaktan kaynaklı bir durumla belki, bir sayısalcı kadar ne çok tekniğe yakın ne de sözelci biri kadar uzak biriyimdir sanırım (genel bir ayrım oldu ama,bence bir ayrım oldu) ...Geleceğin mekanikliğinden ziyade geçmişin doğallığı ve sadeliği daha çok ilgimi çeker aslında.Netle bu haşır neşirlik  neden? Beni yakın tanıyanlarda bilir ki yazmayı sevmemden...İlkokulda hatıra defteri yazma işleri vardı hatırlarsınız...Dönem sonlarında sınıf arkadaşları ve öğretmenler yazardı hatıra defterine birşeyler...Sanırım o zamanlardan başladı yazı yazmam...Sonra defterlerim oldu yazı yazdığım...Duyduğum güzel sözleri ,okuduğum kitaplardan alıntıları,okuduğum sevdiğim güzel şiirleri yazdım defterime....Sonra  üzülünce ,sevinince ve aşık olunca yazdığım şiirlerim  ve yazılarım oldu defterime...Yemek tariflerim...Yemek tarifi defterim hala duruyor,eklemeler yapıyorum arada...Lise ikinci sınıfta başlamıştım ona yazmaya...Sonra düşündüm, arkadaşlarımdan defterime yemek tarifi yazmalarını rica ettim.O yazılan yemek tariflerini   yapınca da arkadaşlarımı andım ..Kendi el yazılarıyla arkadaşlarımın sevdiği yemek tariflerini bana yazmaları,en sona da tarih atarak, beni mutlu etti ...
          Babamın da çok okuması beni olumlu etkileyen bir durum olsa gerek.Gençlik yıllarında her maaş aldığında bir kitap almayı alışkanlık edinmiş babam.Gazetede beğendiği yazıları kesip saklamış.Bazen çıkarır okurdu bize ,özellikle şiirleri.Tarihe , siyasete ve edebiyata yüksek merakı benide etkileyen durum olsa gerek..Aldığı kitaplar dizisinden A.Menderes'i ,B.Ecevit'i ,A.Türkeş'i,T.Özal'ı merak ettiği belli.N.F.Kısakürek'in tüm serisi ve başka kitaplar...Hala gazeteden beğendiği yazıları keser ,okumamız için bize gösterir...Ortaokul yıllarında "haberleri mutlaka izlemelisin" dediğini ve bana gündemden soru sorduğunu anımsıyorum.Konuşmalar içine küçük hikayeler yerleştirmesi,atasözü kullanması beni etkileyen bir durum olmuştur.TV bu kadar yaygın değilken özellikle haftasonları sabah kalkınca ktap okurdu babam.Dini kitapta çok okurdu.Kendisine birşey sorduğumda biliyorsa cevaplar ,tam cevaplayamazsa "şurayı oku orda vardır" derdi.Sanırım bir yol çizmiş bana , benimsemek ,sevmek ve devam etmek bana kalmış okuma ,yazma ve arşivleme anlamıda...
          Yazmak...Aslında benimki nacizane içimden gelen ,hissettiğim şeyleri kaleme almak...Yazmak demek daha profosyonel birşey gibi geliyor her ne kadar cümle içinde "yazdığım yazılar vs" desemde...Yazmak, içten gelen bir dürtünün harflerle dışa yansıması mutlaka...Yazabilmek için okumak ,izlemek,gözlemlemek ve hissetmek lazım sanırım.Okunan bir kitap ,okunan bir söz ,okunan bir alıntı insana çok şey düşündürebiliyor ve beni besliyor..Çok güzel e-mailler aldım arkadaşlarımdan...Facebook'ta güzel sözler okudum , videolar gördüm...Facebook sayesinde bir sürü arkadaşımla bağlantı kurabildim.Yaşamlarından güzel kesitleri yaptıkları fotoğraf albümlerinden görebildim...O fotolarla  yaşadıkları ya da gezdikleri ortamları ,kurdukları güzel aileleri  ,tatlı çoçuklarını  görebilme şansımız oldu çoğumuzun .Yaptığımız yorumlarla da güzel anları için hissettiklerimizi ifade edebildik....Yurtdışındaki arkadaşlarımla bağım kopmamış oldu sosyal ağlar sayesinde...
            Twitter ayrı bir alem.Sayın Bakan Mehmet ŞİMŞEK yazarken okumak ,kendisine yazabilmek güzel birşey.Bakanın çok takipçisi var .Geçen yazdığı tweetler içinde "anında olmasa bile yolladığınız tweetleri çıktı alıp, sonra okuyorum" demesi güzeldi.Takip ettikleriniz ve sizi takip edenlere de bağlı olarak ciddi bir ortam sayılır....Twitter benim için tarihe not bırakma alanı...Bazende bir nevi arşiv...Ölümsüzleşmek var orda...
            İnternet, benim yazmayı ve okumayı sevmemi,gözlemlerimi ve hissettiklerimi aktarabilmeyi teknik yönüyle tamamlayıp sunmama yarayan  bir alan oldu...Güzel bir araç benim için...Sosyal ağlar beni asosyalleştirmiyor aksine daha sosyalleşmemi sağlıyor...Çok yakın arkadaşlarım hariç tanıdığım özel insanlara ulaşabilme aracım e-mail...Aramak yerine e-mail atmak, kendimi daha iyi ifade edebildiğim bir durum benim için bazen yazmak.Gerekirse arıyorumda tabi...Çevremden uzaklaşmıyorum sanırım,şikayetçi olan var mı?İş , ev ve çevre yoğunluğuma bağlı olarak yazmalarım sekteye uğrayabilir ,sorun değil...Olabildiği kadarı yeterli olacaktır benim için...
         Aklıma takılan bir durumu hemen netten bakarak cevaplayabiliyorum kendime...Doğanşar gibi AVM'lerden ya da büyük çarşılardan uzak yerler için internetten alış-veriş yapabilmek ne kadar önemli bir durum anlatamam...İnternetten sipariş verdiğim ürünü beklemek bile Doğanşar'da insana heyecan katan bir durum...
         Üniversite sınıf arkadaşım , Nihancığımın güzel fikridir...8 bayan üniversite sınıf arkadaşımla aramızda bilgilendirme e-mailleri atıyoruz..."Ben şurdayım ,şunu yapıyorum vs "diye " ya da arkadaşlar şu arkadaşımızın başına şöyle bir durum geldi tebrik edelim ya da üzüntümüzü ifade edelim" içerikli e-mailler...Telefonlaşabilirizde tabi ,telefonlaşıyoruzda,fırsat buldukça yüzyüze de görüşüyoruz...Ama herkeste farklı zamanlarda farklı koşturmacalar var..e-mail atmakla kişi ne zaman müsaitse o zaman ulaşılıyor ona...
        Kalemle yazmanın tadı başka tabi...Zamanında yazı yazdığım defterlarden biliyorum.Hala da yakınlarımda bir yerlerde bir not defteri bulunur...Aklıma gelen şeyleri unutmayım diye not alırım ya da duyduğum etkilendiğim bilgileri not aldığım...
       Malumunuz işte çok şey gibi internet ve sosyal ağlar ne amacla kullandığımıza bağlı olarak iyi ya da kötü olarak nitelendirilebilir...Benim sevdiğim birşey...

28 Nisan 2011 Perşembe

Rögar Kapağı

      İki gün önce Ankara'da Mevlana Bulvarı'nda açık kalan rögar kapağından kaçmak isterken direksiyon kırıp kaza yapan şahıs hayatını kaybetti.Allah rahmet eylesin.Çok trafik kazası duyuyorum ama bu kazadan ayrı etkilendim.O kapak Ankara'da çok kullandığım güzergah üzerinde olduğundan iyi biliyorum.Ankara'da çok rögar var öyle yol ortasında ama rastladıklarımdan beni en dumur eden kapak o kapaktır Ankara'da.Çoğu rögar kapağının bulunduğu alan yol seviyesinden alçakken o kapak yol seviyesinden yüksektedir biraz.Düz ve rahat yolda birden önüne çıkınca kapak ve yükseltilide olunca, insan üstünden geçmek istemez , kaldı ki kapak açıktayken doğal olarak direksiyon kırarsın ..Rahat bir yol olduğundan hızda düşük olmaz ve savrulup canından olmak kaçınılmaz olur.İçim ayrı ürperdi o kazayı duyunca.Bildik yer olunca ve bende aynı yerde küçük panik yaşayınca algıda seçicilik gibi bir durumla o kaza diğerlerinden ayrıldı nazarımda.TV haberlerinde olay yerini görünce beynimde küçük bir zaman yolculuğu yaşayıp o rögar kapağını gördüğüm an aklıma geldi.İz bırakmış...
       Bazen dikkatli olsanızda kaza kaçınılmaz...Reşadiye'ye giderken uçurumlu dağ yollarını kulandığımdan ,bazen uzun yola çıktığımdan, gittiğim yollardan ürperti geliyor düşününce sonrasında...

27 Nisan 2011 Çarşamba

MasterChef Türkiye

Dün akşam ki MasterChef programında pastırmalı kuru fasulye yemeğinin yapılacağı söylendi. İzlerken gördüm ki her işte olduğu gibi aşçılıkta da hayal gücü, ne güzel değişik sonuçlar çıkarıyor ortaya. Pastırmalı kuru fasulyeye post modern yaklaşım diye sundu yemeği Öykü SERTER...Bildiğimiz şekilde pilav yapıldı ve kuru fasulye pişirildi tencerede. Salçalı soğanlı pişen kuru fasulye püre haline getirildi robotla. Pastırma dilimleri serildi üzerine püre haline getirilmiş fasulye sürüldü, üstüne pilav konulup yuvarlatılarak sarıldı, suşi gibi...Sosla ve fırında pişirilmiş soğanla sunum yapıldı. Değişik ve sanırım güzel...Murat Şef ılımlı ,öğretici, nazik bir anlatım ve üsluba sahip. Batuhan Şef deyince durmak lazım biraz. Üslup sert , acımasız, lafını esirgemiyor , aklına gelen, pat pat pat hedefini demoralize edecek şekilde cümleleşiyor. Aşçılık jargonu geniş. Kullandığı cümleler, sözler mürekkep yalamış biri olduğunun göstergesi...Ben evvelde  daha sert bir idareci ile çalıştığım için aman aman hayretle karşılamadım Batuhan Şefin üslubunu. Sinir bozucu değil diyemem tabi. Tavayı kafasına geçirmek isteyebilir insan o şefin...Bildiğimde birşey, işini iyi yapana kimse birşey demez ...Sert olmak iyi değildir de hiçbir zaman, bence, iş beklerken belki belki ama iş öğretirken kesinlikle sert olunmamalı. Yanlış duymadıysam bir sözü  Batuhan Şef in"birini öttür yüz tanesini  eğit"...Eğitim için sert bir yöntem...Yine geçenlerde söyledi ," biri eline almış gelmiş birşey bunu ne yapayım diye , bu olayı sevmiyorum ,bunu ne yapayım yerine bunu yaptım hallettim diye gel bana " dedi. Çok tuttum bu söylemi...Mutfak kuralları içindedir bu durum dese de her işe uygun bir durum bence."Güvenmek iyidir güvenmemek daha da iyidir "dedi. Olabilir.. Dediklerini kendi işime ve hayatımda düşünüyorum ve uygun geliyor. "Hep önce düşünmek gerek" mesela tavada malzeme kızarmadan, malzemenin yağını da  alacak kağıt serilmiş tabak hazır olmalı."Görmek" lazım önceden yani...Öngörmek hatta...Kırmızı eti elimize aldığımızda, bakınca görülür aralarda yağ tabakaları vardır, kırmızı et içinde. Et arası yağ ahengine "mermer efekti" denilirmiş mutfak-aşçı jargonunda..."Ateşi öpmek" diye bir deyimde duydum...Kullanabilirim bunu...Göçebe bir toplum olduğundan atalarımız yoğurdu, eti ...çok şeyi kurutmuşlar, bildiğim bir bilgi  olsa da sizle paylaşayım istedim...Baharat zenginliğimiz açısından dünyada bir numara olabilirmişiz , tahmini öyle Batuhan Şefin....Şinitzel yaparken kullanacağı galeta ununu da mutfakta kurumuş ekmekleri robottan geçirip eleyerek kendi hazırlarmış...vs vs vs..Birçok hoş bilgi ve öğreti var şeflerde...Farklı tat ve sunumların yanında, bildiğimiz tatları farklı sunumlarda var pastırmalı kuru fasulye sunumunda olduğu gibi...İzlemeye devam...

DOĞANŞAR'DA BAHAR VE SONRASI

     En sevdiğim mevsim İlkbahar...Bugün harika bir hava eşliğinde baharın geldiğini hissettik...Doğanşar'da doğanın uyanışını yakından izlemek güzel...2100 nüfuslu,dağların arasına konuşlanmış küçük ve şirin bir ilçe Doğanşar...Sivas'ın yeşilden nasiplenebilmiş nadir ilçelerinden...Suyu bol...Her tarafta bir çeşme...Bahardan itibaren haftasonlarında her çeşme başında bir piknik grubu...Doğanşar'ın en mümkün aktivitesi piknik...Mayıs gibi doğa  yeşil ve çiçekli en güzel halini almışken insan etrafa baktığında "burada yaşamanın güzel yanlarından biride bu işte" diyebiliyor ...Bahar; uyanış , diriliş...İnsanın duygularında tetikleme oluşuyor ister istemez...Kışın rehavetinden sonra kıpır kıpır insanlar "hadi bişeyler yapalım,açık havaya akalım, gezelim ,yürüyüş yapalım" düşüncesinde ve eylemindeler...Doğanşarlı Milli Güreşçiden adını almış Ahmet Ayık Parkında, çiçek açmış meyve ağaçlarının altında, mis gibi hava ve güneşin tatlı ışıltıları arasında arkadaşlarla iş çıkışı çay içmek güzel bir keyif burada...Harika çiçek dokusundan nasiplenmiş arıların balları, Doğanşar'ın  unutulmaz bir tadı...Balı çok çok seven ben için hele...Sakin şirin ilçe Doğanşar'da nüfus patlaması yaşanır her yıl temmuz ayında...Temmuzda gelinmesi tesadüf değil, temmuz ayı bal ve güreş festivali zamanıdır Doğanşar'da. Her yıl ciddi bir  kararlılık, süreklilik ve güzellikte yaşanır geleneksel bal ve güreş festivali ...Katılım, il ve ilçe protokolü ile tüm çevre ilçeler halkı bazında oldukça yüksek olur...İki gün süren festivalin ilk gününde yöresel sanatçılar halkı coşturur...Koltuğuna, şanına yaraşır tarzda hafif yan oturmuş ,tesbihi elinde Güreş Ağasının havası yerindedir...En etkilendiğim durumlardan biride yöresel kıyafetli Doğanşarlı her yaştan bayanın tüm festival alanını rengarek ,cıvıl cıvıl hale dönüştürmesidir...
Baharla birlikte Doğanşar'da da yaşam hızlanır, hareket ve bereket süreci başlar...